• 0216 457 83 23
  • Toplam ZiyaretA�i:76871

GEZİ REHBERİ

Konumu:36° 28′ ve 38° 01′ doğu boylamları ile 36° 38′ ve 37° 32′ kuzey enlemleri arasında yer alan kentindoğusunda Şanlıurfa; batısında Osmaniye ve Hatay; kuzeyinde Kahramanmaraş; güneyinde Suriye; kuzeydoğusunda Adıyaman; güneybatısında da Kilis yer almaktadır. 6222 km²’lik alanıyla Türkiye topraklarının yaklaşık olarak %1’lik bölümünü kapsamaktadır.

Genel Bilgiler:Güneydoğu Torosların uzantısı olan Sofdağları’nın bulunduğu ilde;Dülükbaba, Sam,Ganibaba ve Sarıkaya Dağları yer alır. İslahiye, Barak, Araban, Yavuzeli ve Oğuzeli ilin önemli ovalarını; Fırat Nehri, Nizip Çayı, Afrin Çayı, Merziman Çayı ve Alleben Deresi ise ilin önemli akarsularını oluşturmaktadır.Ziraata elverişli olan il toprakları zeytin, fıstık, meyve ve sebze bahçeleri, üzüm bağları pamuk ve buğday tarlaları ile kaplıdır. İlin dağlık kesimlerinde kısmen çam, köknar, sedir ormanları, step ve yarı step bitki örtüsü görülmektedir. İl dâhilindeki ormanlarda bol miktarda keklik, turaç, yaban ördeği, yaban kazı, çil, kınalı baykuş, güvercin, serçe, an kuşu, yaban domuzu, tavşan, su kuşları, kirpi ve bıldırcın görülmektedir.

İklimi: Akdeniz ve kara ikliminin geçiş noktasında yer alan ilin güney kesimleri, Akdeniz ikliminin etkisinde olmakla beraber genel olarak yazlar sıcak ve kurak, kışlar ise soğuk ve yağışlıdır. Yağış en fazla kış ve ilkbahar aylarında görülür.

İlçeleri:Araban, İslahiye, Karkamış, Nizip, Oğuzeli, Nurdağı, Şahinbey, Şehitkamil, Yavuzeli’dir.

Gaziantep Yaylaları; rengârenk kır çiçekleri, dağ çayırları ve çeşitli ağaç türlerinin yetiştiği aynı zamanda suyunun soğuk, havasının serin ve şehrin kirli havasından uzak, yerleşim yerlerinin çok yukarısında muhteşem güzellikteki manzaralarıyla cazip olan düz ve yüksek alanlardır. Temiz havada dinlenmek, kamp ve kır/dağ yürüyüşlerinin, yayla turizminin yapılabileceği iki yayla bulunmaktadır.

  • Sofdağı Yaylası:

Güneydoğu Torosların uzantısı Sofdağlarının üzerinde bulunan Sofdağı Yaylası, Gaziantep’e 33 km. uzaklıktadır. Gaziantep şehir merkezine yakınlığından dolayı hafta sonları yoğun ziyaretçi almaktadır. Sofdağı Yaylası; Gaziantep platosunu yüksekten seyretmek,doğa ile baş başa kalmak, kuş sesleri arasında doğa yürüyüşü, kamp ve piknik yapmak için ideal bir yerdir. SofdağıYaylası’nda rüzgârın tatlı esintisinin ağaçların arasından geçerken çıkardığı fısıltı, pınarlarından akan suların sesine karışmaktadır. Sofdağlarının en yüksek tepesi olan ve adına Kepekçi Tepesi denilen yerde, oksijen miktarı son derece yüksek olup, havası çok temizdir ve insan sağlığı için faydalı ve ideal bir yerdir. SofdağıYaylası’nın batısında küçük bir kaynağı bulunan Sofdağı içmesi, hafta sonlarında yakın yerleşimlerden gelenlerce ziyaret edilmektedir. Kaynaktan çıkan şifalı suyun çok az olmasına rağmen yöre halkı tarafından birçok iç ve cilt hastalıklarına iyi geldiği söylenmektedir. Yaylada köylüler tarafından sulu tarım yapılmakta, sebze ve meyve yetiştirilmektedir. Yaz aylarında yaylayı ziyaret edenler, yoğurt, süt, yumurta gibi gıda maddeleri; domates, salatalık, fasulye gibi sebze ve çeşitli meyveleri yayladan temin edebilirler.

  • Hızır Yaylası:

Her mevsim yeşillikler içinde bulunan Hızır Yaylası, İslahiye ilçesi,Altınüzüm beldesinin 121 km. batısında,Amanos Dağları’nın tepesinde bulunmakta ve yeşilin her tonunun görülebileceği, gökyüzünün mavisiyle kucaklaştığı bir yaylalar topluluğudur. 15.12.1994 tarih ve 94/6345 sayılı Bakanlar Kurulu kararıyla Turizm Merkezi ilan edilmiştir. Hızır Yaylası, rengârenk kır çiçekleri, ilkbaharda dağ laleleri, büyüleyici güzellikte doğasıyla ideal bir yerdir. Yayla’da gaz lambası ışığında yenen akşam yemeği ve akabinde yapılan sohbetler insanları bambaşka duygularla baş başa bırakmaktadır. Yaylada çok geniş bir alana yayılan çam, sedir, köknar, çınar, kızılağaç, ardıç ve meyve ağaçları mevcuttur. Kaynak sularının ve kar sularının oluşturduğu dereler ve bu derelerin suladığı alanlarda yetişen sebze, meyve, tarla ve süs bitkileri vb. ürünler bol miktarda bulunmaktadır. Hızır Yaylasında, günübirlik olarak veya uzun süreli tarım amacıyla yaylaya çıkan köylülerin kaldıkları doğal malzemeden yapılan barakalarda konaklama yapılabilir.

Gaziantep (Antep) dünya üzerinde ilk cağlara dayanan tarihiyle son derece kıdemli bir şehirdir. Tunç Devrinden bu yana Hititler, Mısırlılar, Medler, Asurlular, Persler, Makedonlar, Kom ögeneler ve daha birçok medeniyeti ağırlamıştır. Bu medeniyetlerdeki kültürel çeşitlilik Antep’in mutfağına da yansimistir.200’un üzerinde yemek çeşit ini barındıran Gaziantep mutfağı yemek çeşitlerindeki zenginliği dışında kurutulmuş gıdalar (patlıcan, domates, biber.) ve baharat çeşitliliğiyle de tam bir mutfak şehridir. Türkiye genelinde birçok restaurant basta kırmızı pul biber olmak üzere pek çok malzemeyi Gaziantep şehrinden temin eder. Ayrıca Türkiye’nin ilk mutfak müzesi Antep Şahinbey’de bulunmaktadır.

Çorbalar; Dövmeli Alaca Çorba, Yoğurtlu Dövme Çorba, Lebeniye Çorbası, Pirinç Çorbası, Şehriye Çorbası, Mercimek Çorbası, Tarhana Çorbası ve İşkembe Çorbası
Dolmalar, Sarmalar Ve Doldurmalar; Karışık Dolma, Patlıcan Dolması, Biber Dolması, Kabak Dolması, Yaprak Sarması, Lahana Sarması ve Pancar Sarması
Et Yemekleri; Kelle Paça, Et Paçası, Beyran, Şıveydiz, Yoğurtlu Patates, Kabaklama, Doğrama, Boranı, Pir Pirim, Alinazik, Patlıcan Musakka
Hamur İşleri; Lahmacun (Antep Usûlü), Peynirli Pide, Şekerli Pide, Yeşil Zeytin Böreği, Peynir Semseği, Lor Semseği, Çökelek Semseği, Tatar Böreği, Şiş Börek, Omaç, Pisi Böreği ve Bazı
Kahvaltılıklar; Katmer, Kaymak, Muhammara, Yeşil Zeytin Ekşilemesi, Dorgambaç ve Tarhana Eritmesi
Kebaplar; Kuşbaşı Kebap (Tike), Kıyma Kebabı, Sarımsak Kebabı, Soğan Kebabı, Patlıcan Kebabı, Sebzeli Kebap, Ayva Kebabı, Yenidünya Kebabı, Simit Kebabı, Yoğurtlu Kebap ve Ciğer Kebabı (Cartlak Kebabı)
Köfteler; Yuvalama, İçli Köfte, Ekşili Ufak Köfte, Yoğurtlu Ufak Köfte, Arap Köftesi, Sini Köftesi, Çiğ Köfte, Mercimekli Köfte (Malhıtalı Köfte), Yağlı Köfte, Yapma ve Kısır
Pilavlar; Özbek Pilavı, Etli Dövme, Firik Pilavı, İç Pilavı, Mercimekli Pilav, Havuç Aşı, Çağla Aşı Ve Buğulama Aşı
Piyaz Ve Salatalar; Maş, Fasulye Salatası, Loğlaz, Patates Salatası, Yeşil Zeytin Piyazı, Çoban Salata, Domates Salatası, Koruk Salatası, Patlıcan Salatası ve Cacık
Tatlılar; Baklava, Bülbül Yuvası, Fıstıklı Sarma, Kadayıf, Lokma Tatlısı, İrmik Helvası, Aşure, Zerde, Sütlaç, Bastık, Nişe Helvası, Guymak, Kaygana, Şıllık, Kerebiç, Mayanalı Kahke Ve Hedik
Tavalar ve Kavurmalar; Saçma Tavası, Sarımsak Tavası, Domates Tavası, Bakla Tavası, Fasulye Tavası, Et Kavurması, Ciğer Kavurma vee Et Kızartması
Zeytinyağlı Yemekler; Ötçe, Bıbbıkiye, Ekmek Aşı, Pancar Kavurma ve Zeytinyağlı Kabak İçi

Gaziantep dünyada adı bir ürün ile anılan ender kentlerden biridir. Gaziantep deyince akla ilk gelen, şöhreti ülke sınırlarını aşan Antep fıstığıdır. İnsan vücudunun temel gıda gereksinimlerini karşılayabilen bileşenleri içermesinin yanı sıra vücut fizyolojisi ve metebolik fonksiyonları üzerinde pozitif etkileri olan Antepfıstığı “fonksiyonel gıda” olarak kabul edilmektedir. Çerez olarak tüketiminin yanı sıra, şekerleme ve tatlı (özellikle baklava ve çikolata) sanayinde, dondurma yapımında, aroma katkısı olarak kullanılan Antepfıstığı, enerji kaynağıdır ve besin değeri açısından oldukça değerlidir. Yeni dikilen Antepfıstığı, 10 yaşına geldiğinde ürün vermeye başlar. Ağaç başına ortalama 10 kg. ürün vermektedir. Ortalama ömrü ise 100-150 yıl arasındadır. Yöre halkının önemli geçim kaynağı olan fıstık, Ağustos ayı sonu ile Eylül ayında mahsul verir.

Fıstık mahsul çeşitliğine göre sınıflara ayrılır;

Kırmızı (Ben) Fıstık: Olgunlaşmış Antep fıstığının hasatından elde edilir, cumbalarından ayrılmış olan taze fıstık çerez olarak tüketilir ya da işlenerek kavrulmuş antep fıstığı yapılır. Kavrulmuş Antep Fıstığı Olgunlaşmış Antep fıstığının hasatından sonra cumbalarından ayrılarak belirli oranda tuzla kavrulmasıyla üretilir. Çerez olarak tüketilmektedir.
Boz İç: Boz iç, en kaliteli ve en lezzetli Antep fıstığı cinsidir. Antep fıstığı hasat zamanından bir ay önce tam olgunlaşmamış halde toplanır. Boz iç antepfıstığı, bilinen fıstık içi rengine göre farklıdır ve daha yeşil renk tonuna sahiptir. Tadı ve aromatik lezzeti çok yoğun oluşundan dolayı genellikle baklava yapımında kullanılır.
Meverdi İç: Antep fıstığının tam olgunlaşmaya yakın evresinde hasat edilmesiyle elde edilen fıstık türüdür. Kırmızı iç Antep fıstığı ile boz iç Antep fıstığı arasında kırmızı renkte olan Antep fıstığı türüdür. Meverdi iç Antep fıstığı genellikle pasta ve helva yapımında kullanılmaktadır.
Kırmızı İç: Antep fıstığının tam olgunlaşıp hasat edilmesiyle elde edilen fıstık türüdür. Rengi tam kırmızıdır. Tane olarak daha iri bir yapıdadır. Kırmızı iç Antep fıstığı çerez olarak tüketiminin yanında, helva, çikolata ve lokum sanayisinde de tercih edilen bir Antep fıstığı türüdür.

Gaziantep’te bahar ve yaz mevsimlerinde havanın sıcak olduğu günler şehrin sıcaklığından ve gürültüsünden uzakta, tabiatla baş başa kalmak için “Sahre” adı verilen yemekli kır gezileri düzenlenir. Kır gezilerinde şehir dışındaki bağ evlerine, gezi ve mesire yerlerine gidilir. Bu gezi ve mesire yerlerinden bazıları;Dülükbaba Ormanları, Karpuzatan(Oğuzeli) , Kavaklık, Dutluk, Nafak, Burç Ormanları, Burç Göleti, Büyükşahinbey Kasabası (Körkün) , Nizip Karpuzatan ve Çifte Havuzlardır.

  • Dülükbaba Mesire Alanı ve Biyolojik Gölet:

Şehir merkezine 8 km. mesafede olup, Gaziantep İli Şehitkâmil İlçesi Dülük mevkiinde yer almaktadır. Ulaşım problemi bulunmamaktadır. İlin kuzey ve kuzeybatısını çevreleyen 40 km.’lik alanı ile Türkiye’nin elle dikilmiş en büyük koru ormanlarından biridir. Dülükbaba ormanları içerisinde kamp kurma ve karavanlarla konaklama imkânı mevcuttur. Gaziantep’in ilk mesire yeri olan Dülükbaba Mesire yerinde hâkim ağaç türü kızılçam olup saha içerisinde karaçam, servi, meşe ve badem bulunmaktadır. Gaziantep’in en yüksek yerlerinden olan alan, manzara bütünlüğü içinde halkın dinlenme ve eğlenmesine uygundur. İçme ve kullanma suyu ihtiyacı, saha içinde bulunan 3 adet sondaj kuyusundan karşılanmaktadır. Dülükbaba Mesire Yeri; 1990 yılında Orman İçi Dinlenme Yeri olarak açılmış olup 2002 yılında A Tipi Mesire Yeri olarak tescil edilmiştir.  Gaziantep’ in Şehitkamil ilçesinde Dülük Tabiat Parkı içerisinde bulunan biyojik gölet hiçbir kimyasal madde kullanmadan suyun, bitkilerle birlikte ortamdaki bakteriler ve özel filtreler yoluyla temizlenmesi yoluyla oluşturulan ekolojik bir gölettir. Gölet içerisinde suyu temizleyen aynı zamanda suda oksijen üreten bitkiler, taşlar, çakıllar, kayalar, çevresinde su ile uyumlu olan ağaçlar ve sazlıklar bulunmaktadır.

  • Karpuzatan (Oğuzeli):

Karpuzatan Mesire Yeri, Gaziantep’in 20 km. güneydoğusundaki Oğuzeli İlçesi’nde yer alır. Yemyeşil doğası, rahat ulaşımı ve huzur veren ortamı ile Gaziantep’teki piknik ve dinlenme alanlarından biridir. Alabalık üretim tesisi, yüzme havuzu ve bir restoran bulunmaktadır. Karpuzatan adı, içerisinden çıkan kaynak suyunun soğuk olması sebebi ile atılan karpuzların çatladığı görülmüş ve bu sebepten bu isim verilmiştir. Gaziantep’ten kalkan Oğuzeli otobüsleri ile gidilebilmektedir.

  • Kavaklık Mesire Alanı:

Kavaklık, Gaziantep şehir merkezi içerisindeki Alleben Deresinin içinden geçtiği, Battal Höyük’tenAlleben (Maanoğlu) köprüsüne uzanan büyük ve yeşil bir alanı kapsamaktadır. Gaziantep’in en eski piknik alanıdır. Bugün tamamen şehir içinde kalan yeşil alan, sabahları spor ve yürüyüş için, haftasonları ise piknik için kullanılmaktadır. Alan içerisinde aile çay bahçeleri, çocuk parkları, oyun sahaları, piknik masaları, bisiklet yolları, gezi ve koşu parkurları, yeme içme tesisleri, halı saha, çocuklar için trafik eğitim alanı, jimnastik aletleri, piknik masaları bulunmaktadır.

  • Burç Ormanları:

Şehir merkezinin 2 km batısında, Gaziantep Hayvanat Bahçesi’nin de içinde bulunduğu Burç Ormanları 350 hektarlık çam ormanı ile kaplıdır. Gazianteplilerin dinlenme, eğlenme, spor, piknik gibi sosyal ihtiyaçlarını karşılayabilecekleri geniş bir alandır. Piknik alanında ihtiyacı karşılayacak kadar çeşme, masa ve tuvaletler bulunmaktadır. Piknik alanına kentten ulaşım kolaydır. Büyükşehir Belediyesi’nin merkez Balıklı duraklarından yarım saatte bir Hayvanat Bahçesi’ne kalkan otobüsleriyle Burç Ormanları’na ulaşmak mümkündür. Piknik alanında isteyenler için lokanta bulunmaktadır.

  • Burç Göleti:

Gaziantep ili Burç kasabasının 3km. kuzeyinde bulunan gölet, kent merkezine 30 km. uzaklıktadır. Haftasonları on binlerce insanın geldiği doğa yürüyüşleri, gezi ve piknik yaptıkları ormanlık bir alan olup bu alan içerisinde kamuya ait 5.200 m²’’lik Türkiye’nin ilk biyolojik göleti bulunmaktadır. Biyolojik gölet hiçbir kimyasal madde kullanmadan suyun, bitkilerle birlikte ortamdaki bakteriler ve özel filtreler yoluyla temizlenmesi ile oluşan ekolojik oluşumlardır.. Göletler, tercihe göre içerisinde suyu temizleyen ve aynı zamanda suda oksijen üreten bitkiler, taşlar, çakıllar, kayalar, çevresinde su ile uyumlu olan ağaçlar ve sazlıklar gibi canlı ve doğal öğeleri bulundururken su oyunları sağlayan fıskiye ve heykeller, iskeleler gibi mimari elemanları da barındırmaktadır. Yapay olarak hazırlanan göletler, parçası olduğu ekosisteme katkı sağlamaktadır.

  • Nafak:

Gaziantep Oğuzeli yolu üzerinde meyve bahçeleri ile kaplı, yeşil ve bol sulu bir mesire alanıdır. Meyve bahçelerinde bol miktarda erik ağacı bulunmaktadır. Yeme içme tesisleri mevcuttur.

  • Alleben Göleti ve Piknik Alanı:

Alleben Göleti, Gaziantep il merkezinin yaklaşık 10 km. batısında yer almaktadır. Şehir merkezine 15 dakika mesafede yer alan Alleben Göleti’nin 740.000 m²  toplam alanı, 140.000 m² gölet alanı bulunmaktadır. Doğal yaşam, spor alanları ve sosyal aktivitelerin bir arada bulunduğu Alleben Göleti’nde gece ışık ve ses gösterileri de yapılmaktadır. Sosyal tesislerin, kafe ve restoranların bulunduğu gölet alanında, kürek, deniz bisikleti, kano ve yelken yarışları gibi su sporları da yapılmaktadır.

  • Erikçe Mesire Alanı:

Macera Parkı, Kamp Merkezi, Mesire Alanı, Kayak Pistinin bulunduğu Erikçe, Gaziantep Başpınarmevkisinde, Bölge Trafik Müdürlüğü’nün arkasında yer almaktadır. Erikçe Kent Ormanı ve Kayak Pisti ziyaretçilerine şehrin gürültüsünden uzak dinlenme fırsatı ve dört mevsim kayak yapma imkanı sağlamaktadır. Erikçe Kent Ormanı içerisinde ayrıca 6246 m² biyolojik gölet, koşu parkuru, paintball tesisi, macera parkı, kamp merkezi ve mesire alanı yer almaktadır.

ZEUGMA GEZİ GÜZERGÂHI (NİZİP)

1) ÇARŞI CAMİ…………………………………………………………….42 km
2) FEVKANİ KİLİSESİ……………………………………………………..42 km
3) SABUNHANE……………………………………………………………42 km
4) AZİZ SERGİOS KİLİSESİ………………………………………………..60 km
5) GÜMÜŞGÜN TAŞ OCAĞI……………………………………………….62 km
6) ZEUGMA ANTİKL KENTİ…………………………………………………52 km

KARKAMIŞ GEZİ GÜZERGÂHI

1) GAFFUR BABA TÜRBESİ……………………………………………..17 km
2) OĞUZELİ ORTA CAMİ…………………………………………………..20 km
3) YAKACIK CAMİ………………………………………………………….28 km
4) YAKACIK KÖPRÜSÜ……………………………………………………28 km
5) KUVEYK SU YOLLARI………………………………………………….30 km
6) TİLBAŞAR KALESİ……………………………………………………..32 km
7) EZOGELİN MEZARI……………………………………………………..40 km
8) KARKAMIŞ TREN İSTASYONU…………………………………………72 km
9) KARKAMIŞ DEMİR KÖPRÜ…………………………………………….72 km
10) KARKAMIŞ ANTİK KENTİ……………………………………………..71 km

YESEMEK GEZİ GÜZERGÂHI (İSLAHİYE)

1) ERİKÇE KENT ORMANI………………………………………………..10 km
2) DÜLÜK TABİAT PARKI…………………………………………………8 km
3) SAM ŞEYHİ TÜRBESİ…………………………………………………..13 km
4) MUHAMMED BELEDİ TÜRBESİ………………………………………..13 km
5) SAM MENZİL HANI……………………………………………………….13.5 km
6) SAKÇAGÖZÜ ŞELALESİ………………………………………………50 km
7) UKKAŞE BİN HASANE TÜRBESİ……………………………………..85 km
8) ZİNCİRLİ ÖREN YERİ…………………………………………………….80 km
9) ÖRTÜLÜ ANTİK KENTİ…………………………………………………..123 km
10) TİLMENHÖYÜK ARKEOPARK…………………………………………117 km
11) YESEMEK AÇIK HAVA MÜZESİ VE HEYKEL ATÖLYESİ……………129 km

RUMKALE GEZİ GÜZERGAHI (YAVUZELİ)

1) DÜLÜK ANTİK KENTİ…………………………………………………….15 km
2) AKDEĞİRMEN KÖPRÜSÜ………………………………………………..35 km
3) DOLMEN MEZARLAR……………………………………………………..46 km
4) ARABAN KALESİ………………………………………………………….67 km
5) SA’D BİN EBU VAKKAS TÜRBESİ……………………………………….73 km
6) BALIKLIGÖL…………………………………………………………………50 km
7) YARIMCA TAŞ OCAĞI…………………………………………………….51 km
8) SULTAN MURAD KÖPRÜSÜ…………………………………………….53 km
9) HASANOĞLU ANIT MEZAR………………………………………………74 km
10) ELİF ANIT MEZAR…………………………………………………………75 km
11) HİSAR ANIT MEZAR……………………………………………………….79 km
12) SEPTIMUS SEVERIUS KÖPRÜSÜ………………………………………87 km
13) KARASU KAYA ANITI……………………………………………………..90 km
14) RUMKALE………………………………………………………………….67 km

100. Yıl Atatürk Kültür Parkı içerisinde kurulan Gezegenevi ve Bilim Merkezi 3500 m² kapalı, 1500 m² açık alana sahiptir. Yaşadığımız dünyanın ve evrendeki yerinin anlaşılmasında katkıda bulunan, eğlendirirken bilgilendiren bir öğretim ortamıdır. Gezegenevi, çeşitli gök cisimlerini ve onların uzay boşluğundaki hareketlerini bir seyirci topluluğuna izletebilmek için özel olarak tasarlanmış bir salondur. Salonda yarım küre biçimli bir kubbe ekran şeklinde perde bulunmaktadır. Kurgulanmış bir senaryo çerçevesinde yansı aracının ürettiği astronomik görüntüler, karanlık salonun kubbesinin iç yüzeyine yansıtılarak izleyicilere uzay boşluğunda gezintiye çıkarmaktadır.

Detaylı bilgi için www.gezegenevi27.com web adresimizi ziyaret edebilirsiniz.

Botanik Bahçesi 2009 yılında 17.000 m² alanda kurulmuştur. 750 bitki türü ve 30.000’den fazla bitkinin bulunduğu Botanik Bahçesi eğitim merkezi şeklinde oluşturulmuştur. Bahçe içerisinde; Kaya Bahçesi, Açık Tohumlu Bitkiler Bahçesi, Osmanlı Bahçesi, Renk ve Koku Bahçesi, Tıbbi ve Endemik Bitkiler Bahçesi, Zen Bahçesi, Gül Bahçesi, Japon Bahçesi ve Su Bitkileri Bahçesi olarak adlandırılan özel tasarım bahçeleri bulunmaktadır.
Daha detaylı bilgi için www.gaziantepbotanik.com tıklayınız.

Gaziantep Doğal Hayatı Koruma ve Hayvanat Bahçesi, 250 tür ve 4000 sakini ile Türkiye’nin en büyük rekreasyon alanıdır. 1000 dönümlük bir alan üzerine kurulu olan hayvanat bahçesinde dünyanın en büyük akvaryumlarından birivu bunun yanı sıra maymun, deve, lama, at i, kanguru, fil, zürafa evleri bulunmaktadır. Dev kuş kafesi ve yırtıcı hayvanlar için de barınaklar bulunmaktadır. Bahçe içerisinde ayrıca birçok tür de hayvanın serbestçe gezdiği ve insanların hayvanları yakından izleyebildiği Safari Parkyer almaktadır.

Detaylı bilgi için www.gaziantepzoo.org web adresimizi ziyaret edebilirsiniz.

ZEUGMA MOZAİK MÜZESİ

Gaziantep’te tarihi İpek Yolu üzerinde yer alan,2011 yılında ziyarete açılan Zeugma Mozaik Müzesi,hem yapı kompleksihem de içerisinde yer alan eserleriyle dünyanın en önemli müzeleri arasında yer almaktadır. Müzede, Zeugma Antik Kenti’nin eşsiz mozaikleri, o dönemde kentte yaşamış olan insanların inançları, kültürü ve günlük yaşantısını geçirdiği ortam birebir mimarisine uygun olarak ziyaretçilere sunulmaya çalışılmıştır. Zeugma Antik kentin akropolünde yer alan iki tapınaktan biri olan Athena tapınağının kült heykeli Athena’nın gövdesi müzenin bahçesinde sergilenmektedir. Müzedeki eserler, Zeugma Antik Kenti’ndeki konumlarına göre yerleştirilmiştir. Zeugma Mozaik Müzesi üç bölüm olarak düzenlenmiştir. İlkbölümde Zeugma Antik Kenti’nden çıkarılan mozaikler, İkinci bölümde Gaziantep çevresinden bulunarak Gaziantep Müze Müdürlüğü’ne getirilmiş olan Doğu Roma (Bizans) dönemi kilise mozaikleri, 3.bölümde ise idari birimler ve konferans salonları yer almaktadır. Zeugma Mozaik Müzesi’nde, Roma ve Geç Antik öneme ait 2748 m² mozaik, 140 m² duvar resmi, 4 Roma çeşmesi, 20 sütun, 4 kireç taşından yapılmış heykel, bronz Mars heykeli, mezar stelleri, lahitler ve mimari parçalar teşhir edilmektedir.

GAZİANTEP ARKEOLOJİ MÜZESİ 

Gaziantep Arkeoloji Müzesi, 1944 yılında Cumhuriyet döneminin ilk arkeologlarından Sabahat Göğüş tarafından kurulmuştur. Başlangıçta Nuri Mehmet Paşa Cami’de hizmet veren müze, 1969 yılında küçük bir kent müzesi niteliğindeki binasına taşınmıştır.Gaziantep ve çevresi Hititlerden Hellenistik döneme, Romalılardan Osmanlı’ya kadar birçok uygarlığı barından zengin bir tarihe sahiptir. Müzede Gaziantep ili ve çevresine ait antik yerleşim alanlarından ele geçen buluntular sergilenmektedir. 2005 yılından itibaren ek binada sergilenen mozaikler ise 2011 yılında Zeugma Mozaik Müzesi’ne taşınmıştır. Teşhir ve tanzim çalışmalarından dolayı şu an ziyarete kapalıdır.

HASAN SÜZER ETNOGRAFYA MÜZESİ

Gaziantep Bey Mahallesi, Hanifoğlu Sokak üzerinde yer alan bina, 1985 yılında harap bir vaziyette iken işadamı Sayın Hasan Süzer tarafından satın alınarakrestorasyonu tamamlandıktan sonra “Hasan Süzer Etnografya Müzesi” olarak Kültür ve Turizm Bakanlığı’na bağışlanmıştır.Bina ana kaya içine oyulmuş mahzen üzerine üç kattan oluşmaktadır. Ön cephede yer alan işlemeli büyük kapıdan hayat adı verilen orta bahçeye girilmektedir. Bina içinde yer alan bölümler günlük yaşamdaki fonksiyonlarına göre yörenin eşyaları yerleştirilerek, mankenlerle görsel olarak gerçeğe uygun bir şekilde düzenlenmiştir. Müze geçici bir süre için ziyarete kapalıdır.

YESEMEK AÇIK HAVA MÜZESİ

İslahiye ilçesine 23km. uzaklıktaki yamaç üzerinde bulunan Yesemek Açık Hava Müzesi,YesemekKöyü yakınında bir tepenin güneydoğusunda yer alan “Karatepe Sırtı” olarak adlandırılan geniş yamaçta, dolarit olarak bilinen gri ve mor tonlardaki bazalt kayalarla kaplıdır.
Yesemek Açık Hava Müzesi/Heykel Atölyesi, antik yakındoğuda bilinen en büyük heykel atölyesi olarak bilinmektedir. Yesemek Heykel yapım Atölyesi ilk kez Hitit döneminde I.Şuppilluma zamanında (M.Ö. 1375-1335) işletmeye açılmış ve yöredeki yerli halk Huriler burada çalıştırılmıştır.Hititlerden sonraki dönemlere ait ele geçen heykellerde Asur ve Suriye etkileri görülmektedir. Sonraki dönemlerde bölgeye gelen Aramiler, heykellerde kendi kültürlerini yansıtmışlardır. Bu nedenle de Yesemek Heykel Atölyesi farklı kültürlerini yansıtan önemli bir merkezi olmuştur. Ancak buradaki Şam’al Krallığı M.Ö. 8.yy.’ın sonlarında Asurlular tarafından yıkıldıktan sonra heykel atölyesi önemini kaybetmiş, burada çalışanlar Yesemek’i terk etmişlerdir.Kültür ve Turizm Bakanlığı bünyesinde bulunan açık hava müzesinin bulunduğu yerdeki Yesemek ilk defa 1890 yılında Zincirli’de (Sam’al) kazı yapan FelixVonLusvhantarafından bulunmuştur. Yesemek kazı çalışmaları 1958-1961 yılları arasında Prof. Dr. Bahadır Alkım başkanlığındaki bir ekip tarafından yürütülmüş ve 200’e yakın heykel ortaya çıkarılmıştır. Daha sonra İlhan Temizsoy tarafından yapılan arkeolojik kazılarda 300’e yakın heykel ve heykel taslağı ortaya çıkarılmıştır. Bunun üzerine Gaziantep Müzesi Müdürlüğü çevre düzenlemesi yaparak burasını Açık Hava Müzesi haline getirmiştir.

GAZİANTEP ATATÜRK ANI MÜZESİ

26 Ocak 1933 tarihinde Gaziantep’i ziyaret eden Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün Gaziantep’e gösterdiği ilgi, övgü dolu sözleri ve desteğine karşı olarak dönemin Valisi Lütfi Bey ve Belediye Başkanı Hamdi Kutlar’ın kararı ile Atatürk’e fahri hemşehirlik beratı verilmiştir. Selanik doğumlu olan Gazi Mustafa Kemal Atatürk, yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak Gaziantep ili, Bey mahallesi nüfusuna kaydedilmiştir.

Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ünhatıralarını yaşatmak üzere nüfusa kayıtlı olduğu Bey Mahallesi’nde 2013 yılında tarihi bir Antep evinde “Atatürk Anı Müzesi” hizmete açılmıştır. Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün, Gaziantep’i ziyareti sırasında kullandığı eşyalar ile dönemin Gaziantep’i, hem eserlerle hem de görsel sunumlarla teşhir edilmektedir. Bununla birlikte geniş araştırma imkânı sunan zengin içeriğe sahip Atatürk Araştırma Kitaplığı ve Atatürk temalı hediyelik eşya bölümü bulunmaktadır.

GAZİANTEP SAVAŞ MÜZESİ

Şehreküstü Şehitler Parkı’nın yanında, “Nakıpoğlu Evi” olarak bilinen 12 odalı tarihi bir binada hizmet verenmüze binası Aziz Şehitlerimizin ilk defnedildikleri yerde, Antep Harbi Şehitliğinin yanında yer almaktadır. Asrın en adaletsiz işgaline karşı, şehir halkının verdiği mücadeleyi, Antep Harbinin nasıl kazanıldığını sesli bir anlatım ve kronolojik panolar eşliğindeziyaretçilere sunmaktadır.

Tarihi müze binasında, Gaziantep Savunmasına dair belgeler kronolojik sırayla anlatılmakta; İngiliz ve Fransızlara ait silah parçaları, şehir halkının kullandığı tabanca, av tüfeği, kılıç, kama, et satırı, kazma, kürek ve nacaklarla şehitlere ait birçok eşya sergilenmektedir. Müzedeki panolar, bir tüfek için kızını evlatlık veren babanın, şehir aç kalınca ölmüş hayvan etini kapışan anaların, düşman tanklarına karşı: “Demirle adam dövüşür mü? Erkekseniz piyadenizi gönderin” diye haykıran yiğitleri anlatmaktadır. Müze duvarlarındaki panolarda kahramanlık olayları, işgalin tüm detayları, KaratarlaMitingi’ne dair belgeler sergilenmekte; yansıttığı gerçeklerle, yalnız başına kalan Antep’in, Fransız ve Ermeni alayına karşı koyuşunun sırrını açıklamaktadır.Müze binasının altında bulunan ve buradan şehrin farklı yönlerine açılan geçitlerin bulunduğu mağarasergi alanı olup; Antep savunması görsel bir şekilde anlatmakta, savaş günlerinin zor şartlarını adeta yeniden yaşatmaktadır.Müze’de Şehit ve Gazilerin; kazmayla, kürekle en önemlisi de yürekleri ile yazdıkları destanı anlatmaktadır.Müzenin bulunduğu alan tamamen kamulaştırılarak bir meydan haline getirilmiştir. Gaziantepliler ailelerinden kalan savaş hatıralarını müzede sergilenmek amacıyla bağışta bulunmuşlardır. Antep Savunmasının simgelerinden olan “Ramazan Topu” yeniden yapılmış ve müzenin avlusunda sergilenmektedir. Fransız askerlerini korkutmak amacıyla kullanılan makineli tüfek sesi çıkaran “Tak Takı” ile halkın bakır yemek kaplarıyla yaptığı ve Ermeni siperlerine atılan “Sahan bombası”, Savaş Müzesi’nde dikkat çeken eserlerdir. Gaziantep Savaş Müzesi, vatan, namus denildiğinde nasıl mücadele edileceğini, nasıl ölüneceğini dünyaya örnek bir şekilde göstermektedir. Müze binası restorasyon nedeniyle geçici olarak ziyarete kapalıdır.

BAYAZHAN KENT MÜZESİ

Bir tütün tüccarı olan Bayaz Ahmet Efendi tarafından 1909 yılında yaptırılan Bayazhan; ilk yapıldığı yıllarda tütün hanı olarak kullanılmış, I.Dünya Savaşı’ndan sonra Antep İngilizler tarafından işgal edilince karargah olarak kullanılmış, Antep Savunması sırasında ise, hapishane görevi görmüştür. 2009 yılında Gaziantep Büyükşehir Belediyesi tarafından, Gaziantep kent kültürü ve tarihinin tanıtılması amacıyla restorasyonu yapılarak müze haline getirilmiş ve hizmete açılmıştır.
Bayazhan iki kattan oluşmaktadır. Hanın birinci katında yöresel el sanatlarının satıldığı hediyelik eşya odaları ve restoran, kafe olarak kullanılan mekanlar yer almaktadır. Hanın ikinci katının tamamı ise kent müzesi olarak düzenlenmiştir. Bayazhan Kent Müzesi’nde geçmişten günümüze Gaziantep kent kültürü, 23 ayrı odada sergilenmekte ve sesli rehber sistemiyle anlatılmaktadır. Gaziantep’in tarihi, turistik yerleri, doğal güzellikleri, ekonomisi, el sanatları ve mutfak kültürü hakkında ziyaretçilerin bilgi alarak şehri tanımaları sağlanmaktadır. Bunun yanı sıra, Gaziantep’in yöresel el sanatlarından kutnu, sedef, bakır işlemeciliği gibi sanatlar tematik bölümlerde görsel olarak canlandırılmaktadır. Müzede ayrıca; kardeş şehirler salonu, sergi mekânları, kentin önemli mimari yapılarının maketleri bulunmaktadır.

EMİNE GÖĞÜŞ MUTFAK MÜZESİ

Gaziantep Kalesi’nin güneyinde bulunan tarihi Göğüş Konağı, 1904 yılında yapılmışolup, Türkiye’nin ilk Turizm ve Tanıtma Bakanlarından olan Ali İhsan Göğüş Bey’in doğduğu ev olarak bilinmektedir.  Konak, Ali İhsan Göğüş tarafından 2005 yılında Gaziantep Büyükşehir Belediyesi’ne tahsis edilmiş, 2007 yılındarestorasyonu yapılarak 2008 yılında hizmete açılmıştır.
Gaziantep mutfak kültürünü tanıtmayı amaçlayan,Gaziantep mutfağında kullanılan araç ve gereçlerin teşhir edildiği ve unutulmaya yüz tutmuş yöresel yemeklerin görsellerinin sergilendiği Emine Göğüş Mutfak Müzesi, Türkiye’de kurulmuş ilk mutfak müzesi olma özelliğine sahiptir. Dünyada şehir adıyla anılan tek mutfak Gaziantep mutfağıdır. Müzede, Antep mutfağında bulunan yemek malzemelerinden mutfak araç gereçlerine, yöresel yemeklerden içeceklere, pişirme yöntemlerinden hazırlanışına ve erzakların saklanmasına kadar mutfak kültürü ayrıntılı bir şekilde anlatılmaktadır. Müzede ayrıca Göğüş ailesine ayrılan bir anı odası yer almaktadır. Gaziantep Mutfak Müzesi’ni ziyaret edenler için hediyelik eşya bölümünde; yöresel bakır mutfak eşyaları ve yemeklerde kullanılan çeşitli baharatların şatışı yapılmaktadır.

GORGO MEDUSA CAM ESERLERİ MÜZESİ

Medusa Cam Eseler Müzesi, tarihe tanıklık eden Gaziantep Kalesi civarında eski bir Antep Evinin restore edilmesiyle oluşturulmuş, 15 yıllık bir birikimin sonucunda ortaya çıkan koleksiyonu daha geniş kitlelere sunmak için hayata geçirilmiştir. Müze binası altı odadan oluşmaktadır. Odalardan beşi sergi salonu olarak biri ise, eserlerin replikalarının ziyaretçilere sunulduğu bir mekan olarak kullanılmaktadır. Müzede yaklaşık 1500 eser; bu eserlerin %70’ini cam, %20’sini bronz ve pişmiş toprak eserler, %10’unu ise Roma ve İslami döneme ait altın ve bronz sikkeler, altın takılar oluşturmaktadır. Müzenin bahçesinde yapılan cam ocağında cam eserlerin kopyaları üfleme tekniğiyle yapılarak ziyaretçilerin beğenilerine sunulmaktadır. Medusa Cam Eserler Müzesi, ülkemizin ilk özel cam eserler müzesi olması sebebiyle önemli ve görülmeye değer bir müzedir.

ALİ İHSAN GÖĞÜŞ MÜZESİ ve GAZİANTEP ARAŞTIRMALARI MERKEZİ

Gaziantep’in en eski yerleşim yerlerinden tarihi Bey Mahallesi’nde eski bir Antep evi olan bina, restore edilerek, Gaziantep Büyükşehir Belediyesi Kültür ve Sosyal İşler Daire Başkanlığı ve Ali İhsan Göğüş’ün kızı gazeteci?yazar Zeynep Göğüş işbirliğiyle düzenlene müze, 2014 yılında hizmete açılmıştır. Türkiye’nin ilk Turizm ve Tanıtma Bakanı Ali İhsan Göğüş’ün adını yaşatmak ve Ali İhsan Göğüş’ün milletvekilliği, bakanlığı, gazeteciliği ve sosyal hayattaki yaşantısını anlatan kişisel eşyaları sergilenmek amacıyla oluşturulmuş bir müzedir. Müzenin üst katında, müzeden ayrı olarak Gaziantep Araştırmaları Merkezi yer almaktadır. Araştırma merkezinde Ali İhsan Göğüş’ün kendi kütüphanesinden alınan kitaplar da bulunmaktadır. Müzenin teras katında Antep manzarasına sahip “Piyano Kafe” yer almaktadır.

GAZİANTEP SAVUNMASI ve KAHRAMANLIK PANORAMASI MÜZESİ

Gaziantep Kalesi içerisinde yer alan galeride Antep halkının düşman işgaline direniş öyküsü anlatılmaktadır. 2008 yılında, Gaziantep Büyükşehir Belediyesi tarafından İstiklal Savaşı’nda kahramanca verilen mücadelenin anlatıldığı “Kahramanlık Panorama Müzesi” olarak hizmete açılmıştır. 10 ay 9 gün süren işgalde, kahramanca şehrinisavunan Gaziantep halkının bu destansı zaferigörkemli Gaziantep Kalesi’nin gizemli galerisinde ziyaretçilere sunulmaktadır.Antep savunması ve kurtuluşuna ilişkin olarak gerekli tarihsel literatür çalışmaları tamamlanarak, Antep Savunmasının teşkilat yapısı, cepheler ve abide şahsiyetlerin kronolojik olarak resimler, rölyefler, heykeller, sunumlar ve maketlerle anlatılmaktadır.

GAZİANTEP OYUN ve OYUNCAK MÜZESİ

Gaziantep Oyun ve Oyuncak Müzesi Gaziantep’in tarihi Bey Mahallesi’nde tarihî bir Antep evinde yer almaktadır. Gaziantep Büyükşehir Belediyesi tarafından restorasyonu tamamlanarak 2013 yılında hizmete açılan müze, Türkiye’de bulunan dört Oyuncak Müzesi’nden birisidir. Tek avlulu olan bina üç katlı olup, iki katlı mağaraya sahiptir.
Geçmişten günümüze ulaşan çocuk yaşam kültürünün korunarak ve yaşatılarak gelecek nesillere aktarılmasını amaçlayan Oyuncak Müzesi, geçmişle gelecek arasında köprü olarak, çocukların bedensel, zihinsel gelişimine katkı sağlamaktadır. Geniş bir oyuncak koleksiyonuna sahip olan müzede, 1700-1990 yıllarına ait el yapımı oyuncakların yanı sıra serilerinin ilk üretimi olan çizgi film, sinema filmi ve masal karakterlerinin bulunduğu 600’e yakın oyuncak, 8 ayrı galeride teşhir edilmektedir. Bunun yanı sıra müzede dünya çocukları temalı iki katlı mağara ve çocuklar için oyuncak atölyeleri ve çeşitli etkinlikler düzenlenen bölüm bulunmaktadır.

İSLAM BİLİM TARİHİ MÜZESİ

Şahinbey Belediyesi, hizmet binası bahçesinde bulunan tarihi bina 2012 yılında İslam Bilim Tarihi Müzesi olarak işlevlendirilmiştir. Müzede islamalimlerinin icatları ve bilim tarihinekatkıları anlatılmaktadır. Müzede Tıp, Kimya, Fizik Astronomi, Harita ve Denizcilik bölümlerine ait eserler sergilenmektedir. Kimya bölümünde koku ünitesi, astronomi bölümünde yıldızların mesafesinin hesaplanması, harita bölümünde eski haritalarla günümüz haritalarının karşılaştırılması ile oluşturulan elektronik interaktif uygulamalar yer almaktadır.

GAZİANTEP MEVLEVİHANESİ VAKIF MÜZESİ

Tarihi Arasa meydanında Tekke Cami külliyesinde bulunan müze binası uzun süre Mevlevihane olarak kullanılmıştır. 2006 yılındaki restorasyonla 2007’de müzeye dönüştürülmüştür. Bina içerisinde mutfak, sinevizyon salonu, halı ve kilim salonları, maden eserleri ve Mevlevilik kültürü, hat salonu, saat ve etnografik eserlerin sergilendiği salonlar yer almaktadır. Sema gösterisinin mankenlerle canlandırıldığı müzede el yazması Kuran-ı Kerimler de bulunmaktadır.

GAZİANTEP HAMAM MÜZESİ

Osmanlı hamam mimarisi ve kültürünün en güzel örneklerinden biri olan yapı, Lala Mustafa Paşa tarafından yaptırılan külliyenin hamam bölümü olarak hizmet vermiştir. Vakfiyesine göre 1577 tarihinde yapıldığı anlaşılmaktadır. Paşa Hamamı olarak uzun yıllar hizmet veren yapı, Gaziantep Büyükşehir Belediyesi tarafından 2015 yılında restorasyonu tamamlanarak Gaziantep hamam kültürünün yaşatıldığı bir müze haline dönüştürülmüştür. Aslına sadık kalınarak teşhir edilen hamamda; soğukluk, ılıklık, sıcaklık bölümleri yer almaktadır.Hamam, içerisinde Halûk Perk koleksiyonuna ait hamam araç ve gereçleri sergilenmektedir. Bunların yanı sıra hamam adetleri, balmumu heykellerle beraber görsel zenginlik kazanmış ve hamam geleneği canlandırılmıştır.

GAZİANTEP KÜLTÜR TARİHİ MÜZESİ

Gaziantep Kültür Tarihi Müzesi 25 Aralık 2009 yılında ziyarete açılmıştır. Müzenin amacı, Gaziantep şehrinin kültürünü ortaya koymak, burada yaşayanlara geçmişi hatırlatmak, unutturmamak aynı zamanda yabancı ziyaretçilere de Gaziantep’i tanıtmaktır. Müzenin koleksiyonları arasında Gaziantep ve çevresinde bağışlanmış olan eserler yer almaktadır. Müzede Gaziantep şehri esas alınarak, bu şehrin ortaya çıktığı 12.yy.’dan günümüze kadar geçirdiği kültür evrelerinden gelen ve yaşam tarzını, el sanatlarını ve gündelik hayatını yansıtan somut kültür varlıklarının sergilendiği koleksiyonlar yer almaktadır. Gaziantep Üniversitesi Merkez Kütüphanesi binasının alt katı tadilat yapılarak müze teşhir çalışmaları için uygun hale getirilmiştir.

BAKIR ESERLER SERGİSİ

Gaziantep Kalesi yakınlarında tarihi bir konakta bulunan Bakır Eserler Sergisi, Türkiye’nin tüm bölgelerinden toplanan bakır eserlerden oluşmaktadır. Eserler arasında tabaklar, ibrikler, kazanlar, taslar, tepsiler ve satıllar bulunmaktadır. Ayrıca Osmanlı dönemine ait silahlar, süngü ve kamalar da bu koleksiyonda yer almaktadır.

  • Belkıs/Zeugma Antik Kenti:

Strabon’un “Mezopotamya’nın Kalesi” olarak adlandırdığı Zeugma, Fırat Nehri üzerinde stratejik öneme sahip geçit noktasında kurulmuş önemli askeri ve ticari bir merkezdir. Zeugma, Hellenistik dönemde Selevkos Kralı I.Seleukos Nikator tarafından kurulmuştur. Fırat Nehri’nin her iki yakasında karşılıklı iki kente kendisi ve Parth asıllı karısı Apama’nın adı verilmiştir. Selevkeia ve Apamea kentleri için antik dönemde geçit anlamına gelen “Zeugma” adı kullanılmıştır.
Zeugma antik kentinde yapılan kazılar ve araştırmalar ışığında pek çok bilgi netlik kazanmıştır. Hellenistik dönemde antik Kyrrhestike bölgesinde yer alan Zeugma, Roma Cumhuriyet Dönemi’nin askeri ve politik lideri Pompeius tarafından İ.Ö. 64 yılında, Kommagene Kralı I.Antiokhos yönetimindeki Kommagene Krallığı sınırları içine dahil edilmiş, Hellen ve Pers pagan tanrılarının kültlerinin birleştirilmesi ve kaynaştırılmasıyla ortaya çıkan yeni Kommagene pantheonu ve yönetici kültüne ait bir kutsal alanın inşa edildiği bu kazılardaki arkeolojik ve epigrafik buluntularla ortaya çıkmıştır. Selevkos Kralı III.Antiokhos’un, Mithradates’in kızı Laodikeia ile Zeugma’da evlendiği bilinmektedir. Hellenistik kent genişleyerek Roma kentine dönüşmüştür. Kent, İ.S. 17’de, Roma İmparatoru Tiberius zamanında resmi olarak Roma İmparatorluğu idaresine girmiş ve nümismatik verilerle kanıtlanmıştır. Kentin Roma İmparatorluğu’na geçişi idari bir değişiklikten çok kentin kültürünü doğrudan etkilemiştir. Roma’nın doğu sınırında yer alan Zeugma, İ.S. 1.yy. içinde ticari bir kimliğin yanı sıra askeri bir kent kimliği de kazanmıştır. Roma askeri idari üssü ve askeri kent (principia) bugün “At Meydanı” olarak adlandırılan Belkıs Tepe’nin batısındaki alanda gelişmiştir. Roma İmparatorluğu’nun doğu sınırındaki kent olma özelliği taşıyan Zeugma, bu konumunu İ.S. 2.yy.’ın ikinci yarısına kadar korumuştur. İ.S. 2.yy.’da en zengin dönemini yaşayan kent, İ.S. 253’de büyük bir yıkım yaşamıştır. Sassani Kralı I.Şapur’un kente saldırmasıyla büyük oranda tahrip olan ticari ve askeri merkez eski önemini yitirmiştir.. İ.S. 4.yy.’dan sonra Hıristiyanlaşan kentte, Iustinianos dönemindeki Parth savaşları sırasında var olan sur yapısının onarılmasıyla yeni bir savunma sisteminin yapıldığı bilinmektedir. Yazılı kaynaklar Zeugma’da, geç antik dönemde bir piskoposluk merkezi olduğunu göstermektedir. Suriyeli Mikhail, İ.S. 583’te kentte bir Meryem Ana Kilisesi’nin inşa edildiği bilgisini aktarmıştır. İ.S. 7.yy. başlarında kentin İslam orduları tarafından fethedildiği düşünülmekte olup İ.S. 9. ve 10. yüzyıllara kadar kentin iskan edildiği, kentten çıkarılan buluntulardan anlaşılmaktadır. İ.S. 253 yılında Sassani tahribatından sonra yıkılan ve büyük çoğunluğu kullanılamaz hale gelerek terk edilen mekânların yüzde 25’i, Birecik Barajı’nın 2000’de faaliyete girmesiyle sular altında kalmıştır. 1993 ve 2003 yılları arasındaki kazı çalışmalarında birçok villa ve villalara ait taban mozaikleri çıkarılmıştır. Mozaiklerde mitolojik sahnelerin yanı sıra günlük hayattan seçilmiş konular ve geometrik desenlerin seçilmiş olduğu görülmektedir. Zeugma, gerek antik kent gerekse Mozaik Müzesi olma özelliğiyle, dünya kültür mirası olarak önemli bir yere sahiptir.

 

  • Dülük (Doliche) Antik Kenti:

Dülük antik kenti, Gaziantep ilinin yaklaşık 10 km. kuzeybatısında konumlanmaktadır. Antik dönemde önemli askeri yolların üzerinde ve ticaret yollarının kesiştiği kavşak noktasında yer alan kentte; birçok uygarlığın izlerine rastlamak mümkündür. Dülük antik kentinde, Keber tepesinde yapılan bilimsel kazılarda en erken Alt Paleolitik döneme ait çakmaktaşı aletler, aletlerin yapıldığı atölyeler ve barınma için kullanılan Şarklı Keber Mağarası bulunmuştur. Bu taş aletler kendine özgü bir biçim gösterdiğinden literatürde “Dülükien” olarak adlandırılmıştır. Buluntulara dayanılarak Dülük, dünyanın en eski yerleşimlerinden biri olarak gösterilmektedir.
Dülük, antik kent ve kutsal alan olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Antik kent bugün Dülük Köyü’nün karşısında yer alan Keber tepesi ve çevresinde toprak altındadır. Kutsal alan ise Dülük Köyü’nün kuzeyinde Dülük Baba tepesinde yer almaktadır. Dülük Baba tepesinin doruklarında fırtına ve gökyüzü tanrısı Teşup’a ait merkezi bir kutsal alanın varlığı bilinmektedir. Roma döneminde de önemini koruyan tapınak, Iupiter Dolichenus olarak tapımına devam edilmiştir. Bu inanç Romalı askerlerle Avrupa içlerine, İngiltere’ye, Kuzey Afrika’ya kadar yayılmıştır.
Dülük antik kentinde Teşup/Iupiter Dolichenus kült merkezinin şehir sınırları içerisinde yer alması, şehrin gelişmesinde önemli rol oynamıştır.  Bunun yanı sıra kentte, Teşup’un sol elinde şimşek demeti, sağ elinde çift ağızlı baltayla boğa üstünde oturur şekilde tasvirinin bulunduğu bir kabartma bulunmuştur. Bunun dışında bronz heykelciklerin yapılmış olduğu dikkat çekmektedir.
Dülük antik kentinde görülen bir diğer inanç ise, “Mithras” kültü olarak karşımıza çıkmaktadır. Efsaneye göre; ışık tanrısı kutsal boğayı öldürdükten sonra, boğanın bedeni ve kanından çeşitli hayvan ve bitki türlerinin doğmasından dolayı, yaratan sıfatını almıştır. Kayalardan doğmuş olan Mithras’ın, “Mithraeum” adı verilen ve mağaralarda kült alanlarında tapınım gördüğü bilinmektedir. Dülük’te Keber tepesinin güney eteğinde bir mağaranın içinde, yer altına inşa edildiği bilinen dünyadaki Mithras tapınaklarının en büyüğü olduğu düşünülen iki kült alanı tespit edilmiştir. Duvarlarda yer alan çok sayıda niş içerisinde kandil ve heykelciklerin yerleştirilmiş oldukları görülmüştür. Bu alanda yapılan kazılarla mağaranın tarihlendirilmesi hakkında önemli ipuçları elde edilmiştir. İki kült kabartmasında tahribata uğramasına rağmen başka örneklerden de bilinen boğa öldüren Mithras “Tauroktoni” tasviri seçilmektedir. Kutsal boğanın sırtına dizini yaslamış olan tanrı elindeki hançerle boğanın boynunu kesmek üzereyken tasvir edilmiştir. Efsanede adı geçen gezegenleri simgeleyen yıldızlar, takımyıldızlarını simgeleyen akrep, yılan, köpek vb. gibi figürler dikkat çekmektedir. Meşale taşıyıcıları Cautes ve Cautopates bu sahneyi sağdan ve soldan çevrelerken üst kısımdaki kemerin üzerinde güneş tanrısı Sol ve ay tanrıçası Luna yer almaktadır. Ayinleri gizli olan bu tapınımı Roma ordusu askerleri, bürokratlar, tüccarlar ve kölelerin olduğu bilinmektedir. M.S. 1.yy.’da Tarsus’dan yayılmaya başlayan Mithras kültü, 3.yy.’da İskoçya ve Büyük Sahra’ya kadar ulaşmıştır. Mithras ayinlerinde kurban edilen boğanın kanıyla hem yıkanılır hem de içilir, böylece yok olan bir çağı simgeleyen boğanın temsil ettiği tanrının gücüne ve ölümsüzlüğüne kavuşulacağına inanılırdı. Dülük Mitras tapınağı, Gaziantep Müzesi ile Almanya’dan Münster Üniversitesinin katılımlı kazıları sonucunda 1997 ve 1998 yıllarında ele geçmiştir. Anadolu’da bulunan Mithras yer altı tapınağının ilki olmasından dolayı önemli bir yere sahip olmuştur.
Bizans döneminde ise antik kent Hititlerden beri süregelen kutsal şehir konumunu başpiskoposlukla devam ettirmiştir. Bu dönemde “Telukh” adıyla bir eyalet merkezi olmuştur. İslam akınlarıyla kent tahribata uğramıştır. Başpiskoposluğun 7.yy.’da Zeugma’ya taşınmasıyla birlikte ise dini merkez konumunu kaybetmiştir. Bu tarihten sonra Gaziantep kalesi çevresinde kurulan yeni şehir “Ayıntap”, Dülük kentinin yerini almaya başlamış ve günden güne küçülen Dülük, Ayıntap’a bağlı bir köy haline gelmiştir. Dülük kutsal alanı ise, evliya Dülükbaba (Davut Ejder)’nın türbesiyle kutsal alan kimliğini günümüze kadar taşımıştır.
Bugün Dülük’te görülebilen en eski yerleşim, Keber tepesinin güneyindeki prehistorik mağaradır. Ayrıca Keber tepesinin karşı sırtlarında nekropol yer almaktadır. Burada çok sayıda kayaya oyulmuş oda mezarları mevcuttur. Bu kaya mezarların bazısının ön odasına taş basamaklarla inilerek ulaşılmaktadır. Mezar içerisinde ise lahitler yer almaktadır. Bazılarında mitolojik konulu kabartmalar bazı mezarlarda ise baktığını taşa çeviren Medusa’nın tasvir edildiği kabartmalar görülmektedir. Kabartmaların birinde ise Hermes, ruh anlamına gelen Psykhe’ye ölünün ruhunu yer altı dünyasına Hades’e götürmesi için yol göstermektedir. Antik dönemde ölümden sonraki hayat inancının oluşu, ölünün evi olarak düşünülen bu mezarların günlük yaşanılan ev biçiminde yapılmasında etkili olmuştur. Ayrıca nekropolün doğusunda Mar-Slemun manastırına ait olduğu tahmin edilen iki kaya kilisesi de yer almaktadır. Ayrıca Dülük köyünün doğusunda antik taş ocakları da mevcuttur.
Dülük baba tepesinde, Iupiter Dolichenus tapınağının arşitrav parçaları ve taban döşemesine ait yassı blok taşlar az sayıda da olsa toprak üstüne yayılmıştır. Bu alanda Münster Üniversitesi tarafından kazı çalışmaları yapılmaktadır. Ayrıca burada Iupiter Dolichenus tapınağındaki görevlilere ait kaya mezarları mevcuttur. Taş basamaklarla inilen mezar girişlerinde dairevi biçimli kapak taşları, mezar içlerinde ise girlandlı lahitler mevcuttur. Bunların 17’si Gaziantep Müzesi tarafından temizliği yapılarak ziyarete açılmıştır. Mühür baskılarını içeren Dülük arşivi ise, kaçakçılar tarafından yağmalanmış, çok sayıda mühür baskısı yurt dışına kaçırılmıştır. Mühür baskıları üzerinde tanrı, tanrıça, insan, hayvanlar gibi çeşitli figürler yer almaktadır. Resmi ve özel mektuplarda, belgelerde, para torbaları ve balya vb. nesnelerin mühürlenmesinde kullanılmış olup, mühürlenen eşyanın güvenliğini sağlamıştır. Bu mühür baskılarından bir grup Gaziantep Müzesinde sergilenmektedir. 600.000 yıl öncesinden günümüze dek uzanan Dülük köyü geleneksel kesme taştan evleri, camisi ve Musa Kazım türbesiyle yöreye özgü geleneksel tarihi mimari özelliğiyle de görülmeye değer yerlerin başında gelmektedir.

 

  • Karkamış Antik Kenti:

Anadolu, Suriye ve Mezopotamya arasında yer alan Karkamış antik kenti, Gaziantep bölgesinde kilit konumundadır. Karkamış, dünyaca ünlü bir antik kent olup; Karkamış ilçesi yakınında, Fırat’ın batı kıyısında, Türkiye-Suriye sınır hattı üzerinde, Yakındoğu arkeolojisinin en önemli yerleşimlerinden biri olmasıyla olağanüstü tarihi bir öneme sahiptir. Hitit İmparatorluğu’nun, M.Ö. 12.yy. başlarına doğru yıkılışını izleyen 300 yıl içinde kurulmuş olan Geç Hitit krallıklarının en güçlüsü Karkamış Krallığı’dır. Yapılan kazılar sonucunda bulunan kabartmalar, M.Ö. 1.bin başlarındaki kültürüne ışık tutmaktadır. Karkamış kabartmalarının büyük çoğunluğu bugün, Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nde sergilenmektedir. Antik kentte mayın temizleme işlemi tamamlanarak 2012 yılında arkeolojik kazılara başlanılmıştır ancak ziyarete kapalıdır.

 

  • Tilmen Höyük:

Tilmen Höyük Anadolu’da Hititlerin başkenti Hattuşa’dan sonra en görkemli şehirlerinden biri olmuştur. Gaziantep’in batısında, İslahiye vadisindeki Tilmen ilçesinde yer almaktadır. Şehir iç ve dış kaleden oluşan iki sur sistemiyle korunma altına alınmıştır. Kalenin surları büyük ve düzgün kesme taşlardan yapılmıştır. İnanılmaz büyüklükte ve tonlarca ağırlıktaki taşlarla yükselen surlar kentin görkemini gözler önüne sermektedir. Kentin asıl giriş kapısı doğudadır ve iki yanı kapıda yer alan aslanlarla korunmuştur.
Yapılan arkeolojik kazılarla bu şehrin en erken evresi, planı ve orthostadlı duvarları ve kalın bir moloz tabakası altındaki anıtsal yapılar ortaya çıkartılmıştır. Çıkarılan büyük yapılardan biri Antakya yakınında yer alan Amik Ovası’ndaki Alalah höyüğünün 7.kat sarayına oldukça benzemektedir. Bu dönemde, Yamhad Krallığı’nın merkezinin Halap (Halep) olduğu ve Kral Yarım-Lim zamanında Alallah’ın bir süre bu krallığın başkenti olarak kullanıldığı bilinmektedir. Bir Mari (Tel Hariri-Suriye) çivi yazılı belgede Yamhad’ın 20 krallıktan oluşan bir birlik olduğu yazılıdır. Bu bilgiye dayanarak Tilmen Höyük’de ki sarayın en erken evresinin Alalah’ın 7.tabakasıyla çağdaş olduğu ve Tilmen’in bu 20 krallıktan birinin merkezi olduğu düşünülmektedir. Yapılan kazılar sonucundaki höyüğe ait buluntular pek çok araç-gereç, çanak-çömlek, takılar, mühürler, ziynet ve süs eşyaları olup, eski Anadolu kültürleri arasındaki bağı ve karşılıklı ilişkiyi göstermektedir.

 

  • Zincirli Ören Yeri:

Zincirli Höyük, Gaziantep il merkezinin batısında, İslahiye ilçesinin 10 km. kuzeyinde yer alan bir höyüktür. Amanos dağlarından doğu-batı yönünde, küçük bir bataklığın batı kenarında konumlanmaktadır. Zincirli Ören yerindeki kalıntılar, eski adı “Sam’ al” olan bir krallık kentini ve kalesini kapsamaktadır. Hitit İmparatorluğu’nun yıkılmasının ardından kurulan Geç Hitit krallıklarından birinin merkezi olan kent, M.Ö. 920’de Aramilerin egemenliği altına girmiş, M.Ö. 743’de Asur’a bağlı bir devlet haline gelmiştir. M.Ö. 725’de de imparatorluk topraklarına katılmıştır. Alanda gerçekleştirilen kazılar sonucu Zincirli kent sarayları, akropolisi ve dış surları ortaya çıkartılmış, kentin ilk kez M.Ö. 1300 yıllarında surlarla çevrildiği anlaşılmıştır.

  • Gaziantep Kalesi:

Gaziantep Kalesi, Türkiye’de ayakta kalabilen kalelerin en güzel örneklerinden birisi olup, gerek ihtişamı gerekse tarihiyle şehir merkezinde, Alleben Deresi’nin güney kenarında, yaklaşık 25 m yükseklikte hemen herkesin dikkatini çeken bir tepe üzerinde konumlanmaktadır. Gaziantep Kalesi’nin ne zaman ve kimler tarafından yapıldığı hakkında kesin bir bilgi bulunmamaktadır. Tarihi günümüzden 6000 yıl geçmişe, Kalkolitik döneme kadar giden bir höyük üzerinde kurulduğu, M.S. 2-3.yy.’da ise kale ve çevresinde “Theban” isimli küçük bir kentin olduğu bilinmektedir. M.S. 2-4.yy.’da kalenin, ilk olarak Roma döneminde bir gözetleme kulesi olarak yapıldığı ve zaman içerisinde genişletildiği yapılan arkeolojik kazılarla anlaşılmıştır. Bugünkü biçimini ise Kaleler mimarı olarak bilinen Bizans İmparatoru Iustinianos döneminde M.S. 6.yy.’da almıştır. Yine bu dönemde kale önemli bir onarım geçirmiş olup, onarım sırasında tesviyenin sağlanması için, güney bölüm kemerli ve tonozlu galerilerden oluşan substrüksiyon (temel) yapılarıyla donatılmış, bu galerilerle birbirine bağlanan kuleler inşa edilmiş ve sur bedenleri batı, güney ve doğuya, tepenin sınırına kadar genişlemiştir. Kale bu haliyle gayrı muntazam dairesel bir şekle sahiptir. Kale bedenleri üzerinde 12 adet kule mevcuttur. Evliya Çelebi Seyahatnamesi’nde kalenin 36 burcundan bahsetmektedir. Günümüzde ise bunların yalnızca 12 tanesini görebilmekteyiz. Geri kalan 24 burcun ise kalenin dış surları üzerinde bulunduğu ve günümüze kadar gelemediği düşünülmektedir. Kale çevresinde bir hendek bulunmakta ve kaleye geçiş ise köprü ile sağlanmaktadır. Kale köprüsünü geçip, asıl kale kapısına ulaşmadan, sol tarafta ise halk tarafından İmam-ı Gazali Hazretlerinin Makamı olarak adlandırılan bir burç bulunmaktadır.
Bizans dönemini takip eden yıllarda özellikle Memluklar, Dulkadiroğluları ve Osmanlılar ihtiyaca göre kaleyi zaman zaman onarmışlar ve buna dair onarım kitabeleri koymuşlardır. Kale ikinci defa, 1481 yılında Mısır Sultanı Kayıtbay tarafından elden geçirilmiştir. Ana kapı üzerinde yer alan kitabeden, ana kapı ve kale köprüsünün iki yanındaki kulelerin, Osmanlı İmparatorluğu döneminde Kanuni Sultan Süleyman tarafından 1557 yılında yeniden yaptırıldığı anlaşılmaktadır. Asıl kale kapısından girince, kalenin iç kesimlerine ve üstüne doğru açılan iki yol vardır. Sola açılan yoldan, kalenin üst kısmına ulaşılır. İç kesimlerine doğru devam eden yoldan ise; galeri, dehliz ve kale odalarına ulaşılır. Kalede ana kütle altında ise bir su kaynağı bulunmaktadır. Gaziantep Arkeoloji Müzesi tarafından yürütülen arkeolojik kazılar sonucunda, Osmanlı dönemine ait bir hamam ile 2000 yılında yapılan kazılarda ise, bir cami ortaya çıkartılmıştır. Hamamın banyo, buhar odası ve bacaları ortaya çıkarılmıştır. Buhar odasının köşesinde bulunan kanallar vasıtasıyla içeride buhar fazlalaşınca dışarıya verildiği bilinmektedir. Hamam; mimari olarak pek gösterişli olmamakla birlikte teknik bakımdan üstün özellikler taşımaktadır. Cami ise Osmanlı mimarisi tarzında olup, dikdörtgen planlıdır. Caminin güney cephesinde yarım daire şeklinde mihrap, mihrabın sağında ve solunda ikişer adet kitap koyma bölümleri ve mihrabın sol tarafında güneyden dışarıya açılan bir kapı girişi ortaya çıkartılmıştır. Ayrıca mihrabın sağ tarafından kızaklı bir minberin de yeri bulunmuştur. Ayrıca 2002 yılından günümüze kadar devam eden kazı çalışmalarında ise Kale Hamamı’nın kuzeyinde, Kale camisinin doğusunda ve güneyinde 5×5 metrelik açmalarla kazı çalışmaları yapılmıştır. Bu kazılarda, Erken İslam, Bizans, Osmanlı dönemine ait çeşitli mimari yapı kalıntıları, seramik/metal parçaları, mermi çekirdekleri, Bizans dönemine ait bilezik parçaları, pişmiş toprak kandiller, Bizans ve Osmanlı dönemine ait sikkeler, çok sayıda demir gülle, çakmaklı tüfek parçaları ve bazıları mühürlü pipo parçaları ile bazı hayvan kemikleri ele geçmiştir. Kalenin etrafında ise hendek yeri tespit edilmiş olup bir bölümünün kazısı yapılmıştır. Tüm bu yapılan ve yapılacak olan çalışmalarla Gaziantep turizmine kazandırılan Gaziantep Kalesi ihtişamıyla ziyaretçileri beklemekte ve şehir merkezinde tarihi yapısıyla önemli cazibe merkezlerinden birisi haline gelmiştir.

 

  • Rumkale:

Rumkale, Gaziantep il merkezinin 62 km. kuzeydoğusunda yer almaktadır. “Hromgla” adıyla bilinen kale daha sonra “Rumkale” olarak adlandırılmıştır. Rumkale’ye kasaba köyünden ve Halfeti’den teknelerle kolaylıkla ulaşılmaktadır. Rumkale’ye Fırat ve Merzimen kıyılarından dimdik yükselen yamaçlara yapılmış sur ve kompleks odalardan oluşan kapı geçidi ile girilmektedir. Kale iki beden halindedir. Birinci beden; kalenin doğu, kuzey ve batıda doğal kayalığın dik olarak yontulmasıyla, doğal sur meydana getirilerek oluşturulmuştur. İkinci beden ise bu doğal surun üstüne sert kalker kesme taşlarla sur duvarı olarak yapılmıştır. Kuzey ve doğu surlarında dikdörtgen planlı 7 burç ile kuzeyde çok sayıda mazgal pencere yer almaktadır. Kalenin güney yöndeki kayalık uzantısı 12.yy.’da 30 m. derinliğinde ve 20 m. genişliğinde oyularak uçurum (hendek) haline getirilmiştir. Böylece, savunmaya yönelik olarak karayla kalenin direkt ilişkisi kesilmiştir. Kale 120m. genişliğinde ve 200m. uzunluğunda bir alanı kaplamaktadır.
Bir zamanlar Fırat Irmağı kıyısında yer alan Rumkale, Halfeti/Şanlıurfa ile Gaziantep arasında sınır oluşturmakta ve baraj gölüyle çevrili üç yanıyla yarım ada görünümüne sahiptir. Kalenin eteklerinde ise aşağı şehir bulunmaktadır. Rumkale’nin doğu ve batıdan olmak üzere iki ana giriş kapısı mevcuttur. Doğu girişi Fırat Nehri, batı girişi ise Merzimen Çayı üzerine kurulmuştur. Bugün sadece ayak kalıntısı mevcut olan köprü, kara ile irtibatı sağlayan yapıdır. Buradan patika yolla kalenin giriş kapısına çıkılmaktadır. Batı cephesinde yol üzerine 20m. aralıklarla 4 adet kule şeklinde kapı yapılarak savunma açısından büyük kolaylık sağlanmıştır. Batı surlarda kuzeyden itibaren ilk kapı dikdörtgen planlıdır. Burada kapının olduğu yerde bir türbe ve bir iskelenin varlığı da bilinmektedir. İkinci kapı kareye yakın dikdörtgen planlı yarım daire şeklindedir. Üçünçü kapı ise, tahrip olmuştur. Dördüncü kapı, kare planlı haç tonozludur. Beşinci kapı kalenin Fırat’a bakan doğu cephesindedir. Dikdörtgen biçimli bu kapı, içte biri yuvarlak, diğeri sivri kemerli iki niş içine alınmıştır. Kalede beden duvarları ve burçlardan başka, bugün görülebilen kalıntılar arasında Şair Aziz Nerses Kilisesi, Barşavma Manastırı, su sarnıçları ve su kuyusu yer almaktadır. Kuyu basamaklarla Fırat Nehri’nin seviyesine kadar inen 8m. genişliğinde ve yaklaşık 75m. derinliğindedir. Fırat Nehri’nden su temin etmek için yapılmış olan bu kuyunun gizli bir geçit olduğu da rivayet edilmektedir. Kuyunun silindirik iç yüzünde kayanın oyulmasıyla helozonik bir merdiven meydana getirilmiştir. Bunlardan başka kale içinde işlevi tespit edilemeyen çok sayıda yapı kalıntısı mevcuttur. Kaledeki yapıların birçok bölümü ana kayanın oyulması ve düzleştirilmesiyle yapılmıştır. Surlarda ve burçlarda örgü malzemesi moloz taş, kaplama malzemesi olarak büyük boyutlu düzgün kesme taşlar, kemerlerde ise tuğla görünümü verilmiş kesme taşlar kullanılmıştır.
Kalede toprak üstündeki yapılar 12-14.yüzyıllar arasına aittir. Bunlar içinde en eski yapının hendek olduğu ifade edilmektedir. Fırat Nehri boyunca ele geçen çakmak taşından yapılmış aletler ve diğer kalıntılar, insanoğlunun Rumkale ve çevresinde Paleolitik döneminden itibaren yerleştiğini kanıtlamaktadır. Bu dönemden sonraki iskan yerlerini ise Fırat vadisinde Tunç çağından başlayıp Kalkolitik döneme kadar inen höyüklerle izlemekteyiz. Rumkale ve çevresiyle ilgili antik kaynaklardaki ilk bilgiye Asur Kralı III.Salmanazar’ın M.Ö. 800’de zaptettiği “Şitamrat” yerleşimiyle ulaşmaktayız. Bu yerin Rumkale olduğu ifade edilmektedir. Rumkale çevresi bölgedeki stratejik konumu sebebiyle Med, Pers, Helenistik ve Roma dönemlerinde de iskan görmüştür.
17.yüzyılda Evliya Çelebi, Rumkale’nin bir tepe üstünde sağlam bir kale olduğunu, dışında camisi, hanı, hamamı ve küçük bir çarşısı bulunduğunu belirtir. Kâtip Çelebi’de buranın bahçe ve meyvelerinin bolluğunu vurgulamıştır.
Rumkale; üç yanı zümrüt yeşili göl ve bunu çevreleyen dik, sarp kayalıklı tepelerle çevrili doğa ve insan harikası bir yerdir.
Şair Aziz Nerses Kilisesi: Rumkale’nin güneyinde yer alan kiliseyi 1173’te Şair Aziz Nerses yaptırmıştır. 18.yy.’da Rumkale’yi ziyaret eden Richard Peacock, yapıdan gotik tarzda küçük ama güzel bir kilise olarak bahsetmiştir. Doğu-batı doğrultusundaki kilise dikdörtgen planlı, üç nefli ve üç apsisli plana sahiptir. Batısında narteks yer alır. Sadece apsisin doğu cephesinin bir bölümü toprak üstündedir. Doğu cephesinin ortasında silmeli çerçevenin iki yanında birbirine benzer kabartmalı levha bulunur. Sol levhada haç ve rumi süslemenin olduğu kabartmanın altında başlarını geriye çevirmiş karşılıklı duran iki aslan; sağ levhada ise iki palmet arasında başını sağa çevirmiş, kanatlarını açmış bir kartal kabartması yer almaktadır. Bu kilisenin İslami dönemde cami olarak kullanıldığı bilinmektedir.
Barşavma Manastırı: Kale içinde, kuzeyde yer alır. 13.yy.’da Yakubi Azizi Barşavma kendi adına inşa ettirmiştir. Birbirine bitişik iki yapıdan oluşan manastırın bazı bölümleri ayakta kalmıştır. Kuzey cephesini kaya kütlesi oluşturur. Kare planlı olan yapı haç tonozlarla örtülmüştür. Duvarlarda büyük taş bloklar halinde kesme taşlar, payelerde ve batı mekanınnkapısında düzgün kesme taşlar, kemerlerde ve örtü sisteminde ise tuğla görünümü verilmiş kesme taşlar kullanılmıştır. Yakınında bir de kuyu mevcuttur.

 

  • Araban Kalesi:

Araban ilçe merkezinde yüksek ve üzeri oldukça düz olan prehistorik bir höyük üzerinde yer almaktadır. Kalenin görülen kalıntıların hemen hepsi Ortaçağ’da yapılmış kale-şehir kalıntılarıdır. Araban eski adıyla “Raban” 11-12.yy.’da Urfa Haçlı Kontluğuna bağlı, o dönemde önemli bir merkez konumundaydı. Günümüzde ise; eski önemini yitirmiş, küçük bir ilçe merkezi halindedir. Ortaçağ kalesinin planını ve detaylarını elde etmek henüz mümkün olmamıştır. Tepe üzerinde blok taşlarla inşa edilmiş, camii olarak kullanılmış büyük bir yapı dikkati çekmektedir.

 

  • Tilbaşar Kalesi:

Gaziantep İli, Oğuzeli ilçesinin güneydoğusundaki Gündoğan köyünde yer alan Tilbaşar Kalesi, tunç çağlarından itibaren iskan gören Tilbaşar höyüğünün üzerinde yapılmıştır.Tarih öncesi dönemlerden sonra klasik çağlarda da, yakınında kurulmuş olan ve Abara ismi ile anılan antik kentte yerleşim devam etmiştir. Tilbaşar Kalesi M.S. 11- 12.yy.’da Haçlı Seferleri sırasında, önemli ticaret yollarına ve stratejik kavşaklara hakim ve yüksek bir tepeye sahip olduğundan yeniden ele alınmış, höyüğün etrafında oluşan şehir bir sur ile çevrilmiş ve höyüğün üzerinde de sağlam bir kale inşa edilmiştir.
Daha önce Tel-Başir olarak adlandırılmış daha sonra ise, Tilbaşar olarak anılmaya başlanmıştır. 1995 yılında Yrd.Doç. Dr.Rıfat ERGEÇ başkanlığında, Gaziantep Müzesi ile Fransız Anadolu Araştırmaları Enstitüsünün birlikte yürüttüğü arkeolojik kazılarda höyük eteklerinde Eski Tunç Çağı, Bizans, Eyyubi ve Haçlı dönemlerine ait yerleşim yerleri ortaya çıkarılmıştır. Anadolu’nun sayılı büyük höyüklerinden olan Tilbaşar höyüğü üzerinde, yer yer Haçlı dönemi kalesinin kesme taştan duvar kalıntıları ile hemen önünde Türk ve Haçlı ordusunun büyük bir savaşa tutuştuğu şehir surlarının toprak yığıntısı haline gelmiş kalıntılarını görmek mümkündür.

Gaziantep’in Araban İlçesi sınırları içerisinde Elif, Hisar ve Hasanoğlu köylerinde, Anadolu anıt mezar mimarisi için özgün olan üç adet Roma dönemine ait mezar anıtı yer almaktadır. Bu üç mezar anıtı, askeri ve ticari anlamda Fırat’a paralel kuzey-güney yönünde ve batıdan doğuya Fırat’a doğru gelen çok önemli iki yolun kavşağında yer almaktadır. Roma döneminde bölgedeki zengin, üst düzey yönetici veya yüksek rütbeli askerler için yapılmış olduğu düşünülmektedir. Genel olarak mezarlar; podyum, mezar odası, ikinci kat ve piramidal çatıdan oluşmaktadır.  Baldaken tipinin görüldüğü bu mezar anıtları, Roma mezar mimarisinin Anadolu sınırları içerisindeki unik örnekleri olup, en yakın örnekleri Suriye ve Dana’da karşımıza çıkmaktadır. Mezar anıtlarında görülen mimari üslup ve süslemeleri, yapının M.S. 3.yy’ın ilk çeyreğinde inşa edildiği düşündürmektedir.

  • Hisar Anıt Mezarı:


Gaziantep ili, Araban ilçesi, Hisar köyünde yer alan, Roma anıt mezarları arasında günümüze kadar gelmiş en sağlam mezar anıtıdır. 10 m. yüksekliğe sahip olan anıtın yapımında kesme taş kullanılmıştır. Anıt mezar, 4×4 m. ölçülerinde yüksek bir kaide üzerine oturan, dört köşedeki korinth başlıklı paye sütunlardan meydana gelen gövde ve bunun üzerinde yer alan piramidal bir çatıdan oluşmaktadır. Piramidal çatı üzerinde kare kesitli ve korinth düzeninde bir sütun başlığı mevcuttur. Başlık üzerinde mevcut olmayan bir heykelin varlığı düşünülmektedir. Sade bir görünüme sahip olan Hisar Mezar Anıtı’nın kim tarafından ve kimin adına yapıldığı hakkında bir belge bulunmamaktadır. Anıt mezar, M.S. 2.yy sonu ile 3.yy. başlarına tarihlendiği düşünülmektedir.

  • Elif Anıt Mezarı:

Araban İlçesi, Elif Köyü’nde yer almaktadır. Elif Köyü antik Sugga kenti olup, Roma dönemi yol güzergahlarını gösteren haritadaki bilgilere göre Dülük-Samosata ile Zeugma-Samosata yollarının kesişme noktasında yer almaktadır. Elif Anıt Mezarı, Roma anıt mezarları arasında en görkemli olandır. Anıt, kesme taştan inşa edilmiş olup yüksek bir kaide üzerine oturan gövde ve gövde üzerini örten tonozlu bir örtü sisteminden oluşmaktadır. Anıt mezarın doğu, batı ve güney cepheleri kemerli, kuzey cephesi ise duvar örülerek kapatılmıştır. Alt orta kısmında ise dikdörtgen bir kapı açıklığı bırakılmıştır. Anıt Mezarın gövdesini oluşturan dört hantal paye sütun yerini burada korinth başlıklı sütunların üzerine oturan kemerlere bırakmıştır. Böylece yapı estetik bir görünüm kazanmıştır. Piramidal bir üst örtü sistemine sahip olan mezar anıtı, M.S. 2.yy. sonu ile 3.yy. başlarına tarihlenmektedir.

  • Hasanoğlu Anıt Mezarı:

Araban ilçesi, Hasanoğlu Köyü’nde yer almaktadır. Hasanoğlu anıt mezarının yapımında kesme taş kullanılmış olup, kare planlı bir kaide üzerinde yükselmektedir. Güney ve batı cephelerinin paye-sütun ve bunların üzerine oturan kemerlerindeki mimarisiyle estetik bir görünüme sahiptir. Kuzey ve doğu cephelerindeki duvarların tamamı, kaidenin ise yarıya kadar olan kısmı yıkılmıştır. Anıt mezar, M.S. 2.yy. sonu ile 3.yy. başlarına tarihlendiği düşünülmektedir.

Osmanlı döneminde, kentte yaşayan gayrimüslim vatandaşlara hizmet veren dini yapılar gerek fonksiyonlarına bağlı olarak gerçekleştirdikleri toplayıcı etki gerekse kent içindeki konumları nedeniyle kentin karakterini belirlemede önemli görev üstlenmişlerdir.

  • Kendirli Kilisesi:

Kent merkezinde, Atatürk Bulvarı üzerinde, Öğretmenevi bitişiğinde bulunmaktadır. Kilisenin ilk yapımı 1860’dır. Gaziantepli Katolik Ermenilerin kilisenin inşasında maddi yönden zorlandıklarından Fransa Kralı III.Napolyon’dan, Fransız misyonerlerinden ve Katolik camiasından maddi destek alınarak yapılmıştır. Daha sonra kullanılmaz hale gelen kilisenin yeniden yapılması için geniş kapsamlı yardım kampanyası düzenlenmiştir. Eski kilise yıkılarak yerine 1898 yılında şimdiki kilisenin inşasına başlanmış, yapımı iki yıl sürmüş ve 1900 yılında büyük bir törenle açılışı yapılmıştır. Kilisenin planı Roma’daki Saint Fransua Kilisesi’nden örnek alınmıştır. Kilise planı Vatikan’dan Papalık makamından gönderilmiştir. Kilise geniş bir bahçe içerisinde siyah kesme taştan temel üzerine, beyaz kesme taştan yapılmıştır. Dikdörtgen planlı ve kırma çatılıdır. Üç basamakla giriş kapısına ulaşılmaktadır. Kilisenin tabanı kırmızı ve beyaz taşlarla satranç tahtası şeklinde döşenmiştir. İç kısmı dört ayak üzerine çapraz tonozludur. Günümüzde kilisenin ana mekanı duvarla ikiye bölünmüştür. Apsis kısmı tamirat görerek sahne şekline dönüştürülmüştür. Apsisin karşısındaki kapatılan ana giriş kapısının bulunduğu cepheye balkon eklenmiştir. Yapı günümüzde Kendirli Gazi Kültür Merkezi olarak hizmet vermektedir.

  • Aziz Bedros Kilisesi:

1723 yılında yapıldığı tahmin edilen kilise 2005 yılında, belediyenin yol açma çalışmaları esnasında ortaya çıkmıştır. Batı yönde iki ana giriş kapısı bulunmaktadır. Aziz Meryem’e adanmış olan kilise, VIII.Patrik Bedros Krikor Katolikos başkanlığında yapılmıştır. 21x13m. ebatında olan kilise, 2 sütun dizisiyle 3 nefe ayrılan naos, narteks, atrium ve yan koridorlardan oluşan bazilikal planlı bir yapıdır. Kesme taştan yapılan kilisede pembe mermer ve bazalt taş süsleme elemanı olarak kullanılmıştır. Üç apsisli ve iyi derecede korunmuş olan kilise günümüzde Ömer Ersoy Kültür Merkezi olarak hizmet vermektedir.

  • Saint Mary Kilisesi/Kurtuluş Cami:

Kurtuluş Cami olarak adlandırılan yapı, daha önce kilise ve cezaevi olarak kullanılmış, Gaziantep’in Tepebaşı Mahallesi’nde yer almaktadır. Bir tarih hazinesi gibi eski ihtişamından hiç bir şey kaybetmeyen Kurtuluş Cami, Gaziantep’in en büyük camilerindendir. Yapının köşeleri, pencere silmeleri yöresel siyah ve beyaz taşlardan yapılmıştır. Dikdörtgen planlı, haç biçimindeki caminin içerisi mihraba dik sütunlarla üç bölüme ayrılmıştır. Haçın kolları dıştan alınlık şeklinde, içten de çapraz tonozlarla örtülmüştür. Ana mekânın ortası yuvarlak kasnaklı, oldukça yüksek kubbelidir. Kesme taştan yapılan duvarlar üzerinde ilk iki sırada sivri kemerli, üst sırada da yuvarlak pencereler bulunmaktadır. Yapının üzeri kırma bir çatı ile örtülmüştür. Mihrap dikdörtgen bir niş şeklinde dışarıya çıkıntılıdır. Mihrap duvarına üç sıra halinde pencere dizisi yerleştirilmiştir. Alınlığın ortasında da yuvarlak bir pencere bulunmaktadır. Yapı ana hatları itibari ile gotik üslubu yansıtmaktadır. Sonradan eklenen minare kare kaide üzerinde yuvarlak gövdeli ve tek şerefelidir.

  • Nizip Fevkani Kilisesi:

Nizip ilçesi şehir merkezinde, Şıhlar Mahallesi’nde bulunmaktadır. Hangi tarihte ve kim tarafından yapıldığı kesin olarak bilinmeyen kilisenin Bizanslılar döneminde yapıldığı düşünülmektedir. Geçmişte depo ve bir müddet han olarak kullanılan kilise günümüzde kullanılmamaktadır.

  • Sinagog / Havra:

Gaziantep’te Osmanlılar döneminde nüfusun küçük bir bölümünü oluşturan, Musevilerin Yahudi Mahallesi olarak anılan yerde cemaatleri için yeterli büyüklükte bir havraları bulunmaktaydı. Eldeki kayıtlardaki Halep Salnamelerinde Havra’nın (Sinagog) ilk yapılış tarihi 1886 olarak kayıtlıdır. Kent merkezinde Düğmeci Mahallesinde bulunmaktadır. Yapının bulunduğu parselin doğu ve batısı yoldur. Güneyde ibadet salonları, kuzeyde ise iki katlı lojman bulunmaktadır. Üç nefli ve galerili olan Havranın yan duvarlar, orta kemerlerin birkaçı ayakta olmakla birlikte çatı tamamen yok olmuş, yapılan restorasyon çalışmaları sonrası yapı tekrar ayağa kaldırılmıştır. Havra günümüzde Gaziantep Üniversitesine bağlı Kültür Merkezi olarak hizmet vermektedir.

“Evliya” hayatını riyazet, ibadet ve mücadelelerle geçirerek, benliğinden sıyrılmış, nefsine hakim, öz varlığından geçmiş, keramet sahibi olan, velilik katına ulaşmış kişilere ve mürşitlere verilen addır. Evliyalar, Allah tarafından korunan onun himaye, ilgi ve sevgisine mahzar olan, Allah ve kainat hakkında bazı sırlara vakıf olan ermiş kişilerdir. Evliyalar Allah uğrunda hareket ederler, sözlerinde daima hak ve hakikatten bahsederler. Nefsin her türlü kötü arzusuna sırt çevirmiş ve her halleriyle Allah’a yönelmişlerdir. Bu bakımdan saygı ile anılmaya değer olan, unutulmamaları gereken kimselerdir. Gaziantep ve yöresinin Türkler tarafından fethedilip İslamlaştırılmasında hatta Gaziantep’in kurtuluşunda evliyaların önemli rolleri olduğu bilinmektedir.
Halife Hz. Ömer, İslam topraklarına kattığı Antep’ten ayrılırken muhafazasına bıraktığı Askeri birlik komutanı, şehrin surla çevrilmesi üzerinde durur. Hz. Ömer ise şu cevabı verir. “Antep surla çevrilmiştir”. Komutan bu cevaptan bir şey anlayamaz ve sorar. “Nasıl Ya Emirel Davud?” Hz. Ömer; “Antep çevresinde surlarımız vardır. Sahabeden beş arkadaşımızı burada şehit verdik ve defnettik gidiyoruz. Said İbn-i Ebu Vakkas, Ökkeş (Hz. Ökkeşiye), Karaçomak, Pirsefa ve Davud’u Ejder bu bölgenin manevi bekçileridir. Antep’in surlarıdır. Allah şehitlerimizin mezarlarını küffara çiğnetmeyecektir”.

  • Ökkeşiye Hazretleri Türbesi:

Ökkeşiye Hazretleri, sahabeden bir zat olup Gaziantep’in Müslümanlar tarafından fethinde şehit düşen beş kişiden biridir. Türbenin bulunduğu yere “Ökkeşiye” adı verilmektedir. Türbe, dağın tepesinde bulunmakta ve türbenin alt tarafındaki kuyularda ise birkaç metre derinlikte bol su bulunmaktadır. Rivayetlerde anlatılanlara göre, Peygamber Efendimizin Peygamberlik mührünü gören cennetliktir. Peygamberimiz veda hutbesinden sonra herkesle helalleşirken, Ökkeşiye Hazretleri “Ya Resulullah Uhud Savaşı’nda bana kırbaçla vurmuştunuz. Hakkımı ancak kısasla ödeşirim” der. Peygamberimiz elindeki kırbacı Ökkeşiye Hazretlerine verir ve sırtına vurmasını söyler. Ökkeşiye Hz. ”Siz bana sırtım çıplak iken vurmuştunuz Ya Resulullah”der. Peygamber Efendimiz sırtını açar ve tam bu sırada Ökkeşiye, Hz. Peygamber Efendimizin Peygamberlik mührünü görür ve öper. Daha sonra ise “Kısastaki gayem bu idi Ya Resulullah. Yoksa sizde bir hakkım varsa anam sütü gibi helal olsun”der.
Ökkeşiye Hazretlerinin türbesini ziyaret edenler, isteklerinin kabul edilmesi ve arzularına kavuşmak ümidiyle burada Allah’a niyazda bulunurlar. Allah rızası için kurban keserler. Çoğunlukla ziyaretten sonra doğan erkek çocuğa Ökkeş adını verirler.

  • Sa’d Bin Ebu Vakkas Hazretleri Türbesi:

Araban ilçesinin kuzeyinde, yaklaşık 6 km. uzaklıkta, Ziyaret Köyü’nün kuzeydoğusunda, Araban ovasına hâkim tepenin zirvesindeki, Sa’d Bin Ebu Vakkas Hazretlerinin Türbesi, mezarlığın yanı başında yer almaktadır. Dikdörtgen planlı ve düzgün kesme taşlarla inşa edilmiş yapının kuzey ve güneyinde mihrap ve paye biçiminde sütunlar yer almaktadır. Mezar, mermerden yapılmış sanduka ve kapak kısmından oluşmaktadır. 1998 yılında restorasyonu sırasında türbenin 30m. güneybatısına mescit, misafirhane ve kurban kesim yeri inşa edilmiştir. Türbenin ön avlusunda da 24 sahabenin mezarı olduğu rivayet edilmektedir. Halk arasında Seydi Vakkas Hazretleri olarak bilinen zat, hayatta iken cennetle müjdelenen on sahabe arasında olup, Ashab-ı Kiram’ın büyüklerindendir. Peygamber efendimizin duasına mazhar olmuş büyük islam kumandanıdır. Hz. Ömer döneminde İran ve Irak’ı fethetmek için İslam Orduları Komutanı olarak görevlendirilmiştir. Tarihi kaynaklara göre Sa’d bin Ebu Vakkas bu seferler esnasında Ziyaret Tepesi diye bilinen bu tepede karargâh kurmuş, Bizans orduları ile savaşmış ve zafer kazanmıştır. Bu türbe, Sa’d Bin Ebu Vakkas Hazretlerinin makamıdır. 675 yılında Medine’de vefat etmiştir. Kabri, Medine’deki Cennet’ül Baki mezarlığındadır.

  • Yuşa Peygamber Türbesi:

Bilindiği üzere Yuşa Peygamber, İsrail oğullarından olup, Hz. Musa’nın yeğenidir. İsrailoğullarını göçebelikten kurtarır ve Arz-ı Kenan’a yerleştirir. Gaziantep’te Boyacı Mahallesinde, Boyacı Camiden Kavaflar Çarşısı’na doğru uzanan sokakta Pir sefa denilen mevkide tek katlı bir bina vardır. Bu binada iki oda içinde iki türbe bulunmaktadır. Bunlardan birisi rivayete göre Yuşa Peygambere ait olup, diğeri ise Pirsefa Hazretlerine aittir.

  • Pirsefa Hazretleri ve Türbesi:

Pirsefa Hazretleri ile Yuşa Peygamber aynı yerde yatmaktadır. Pirsefa hakkındaki rivayetlere göre Pirsefa’nın Hz. Yuşa’nın türbedarı olduğu ve ölünce buraya gömüldüğü söylenmektedir. Bir başka rivayete göre ise, Pirsefa Medinelidir. Gaziantep’in Müslümanlar tarafından fethinde Hz. Ali kumandasında buraya gelmiş, Karaçomak’la yan yana savaşırken uğradığı zorlu bir kılıç darbesi ile gövdesi ikiye bölünerek şehit olmuştur. Bunun üzerine Hz. Ömer, Yuşa’nın yanına defnederek “Kendini Peygamber-i Zişan’la Komşu ettim” demiştir.

  • Dülükbaba Türbesi:

Dülükbaba Türbesi şehrin kuzeyinde, kendi adıyla anılan tepenin üzerindedir. Dülükbaba’yı diğer evliyalardan ayıran özellik, rivayete göre evlenmek isteyen bekar erkeklere yardımcı olmasıdır. Dülükbaba, Antep’in Müslümanlar tarafından fethinde şehit düşmüş bir şahıstır.

  • Hacıbaba Türbesi:

Hacıbaba Türbesi, Karşıyaka’da eski Tekel fabrikasının kuzeyindeki tepede yer almaktadır. Daha önceden çevresinin mezarlıklarla kaplı olduğu bilinmektedir. Türbe, Kurtuluş savaşında yıkılmış, daha sonraki yıllarda ise halk tarafından onarılmıştır.

  • Nesimi Hz. Türbesi :

Nesimi Hazretlerinin türbesi, Gaziantep Şehitkamil ilçesi, Aktoprak beldesindedir. Nesimi Hz. Bağdat’ta kendisini çekemeyenlerin iftirasına uğramıştır. Rivayete göre Kur’an-ı Kerimi ayakaltına aldığı iddia edilmiş ve bunun üzerine derisi yüzülerek öldürülmek istenmiştir. Bu ceza uygulanırken Nesimi Hazretleri hiçbir acı duymamıştır. Fakat camide ezan okuyan müezzinin parmağına kan bulaşmış, bu kanın Nesimi Hazretlerinin murdar kanı olduğu iddia edilerek müezzinin parmakları sırayla kesilmiştir. Nesimi Hazretleri bunun üzerine, silkinerek kalkmış, boğazına kadar yüzülen deri vücuda geri yapışmış ve başını alıp yollara düşerek Aktoprak beldesine gelmiştir. Halk Nesimi Hazretlerini selamlamış ve yakınlık göstermiş, Nesimi Hazretleri de onların selamını alıp karşılık verdikten sonra oracıkta gözden kaybolmuştur. Türbesi kaybolduğu yerde bulunmaktadır.

  • Şeyh Fethullah Türbesi:

Şeyh Fethullah, Gaziantep Evliyaları içinde halkın vicdanına en çok hükmeden ve kerametleri en yaygın şekilde anlatılan büyüklerden birisidir. Kendi adına yaptırdığı cami ve külliye, Gaziantep’in önemli yerlerindendir. Şeyh Fethullah, I.Halife Hz. Ebubekir’in soyundandır. Şeyh Fethullah’ın himmeti ve Allah’ın yardımıyla cami ve hamamda her türlü derdin devasının bulunduğuna inanılır.
İlimizde Bulunan Diğer Türbeler ise: Şuaipzade Ali Akif Efendi Türbesi, Karaçomak Türbesi, İbrahim Baba Türbesi, Ezogelin Türbesi vb.

Gaziantep’te, Osmanlı mimarisinin önemli yapılarından olan hamamların bir kısmı halen kullanılmaktadır. 14.yy’dan bu yana yerleşim alanlarının vazgeçilmezi olan hamamlar, birçok tarihi mekan gibi teknolojiye yenik düşmüştür. Hamamlarda soğukluk, ılıklık, sıcaklık olmak üzere ana bölümden oluşmaktadır.
Günümüze kadar gelebilen tarihi hamamlardan bazıları; Şeyh Fethullah Hamamı, Hüseyin Paşa (Tuğlu) Hamamı, Paşa Hamamı, Keyvanbey Hamamı, İki Kapılı Hamam, Naip Hamamı, Nakıpoğlu Hamamı, Tabak Hamamı, Eski Hamam ve Pazar Hamamı’dır.

  • Büyük Paşa Hamamı:

Lala Mustafa Paşa tarafından yaptırılan hamam, 9 basamaklı ve sivri kemerli bir kapıdan oluşan girişe sahiptir. Hamamın ilk giriş yeri olan soğukluk kare planlı olup, ortasında aydınlatma fenerinin bulunduğu kubbe ile örtülüdür. Soyunma kısmından helâların olduğu koridordan ılıklığa geçilir. Ilıklık, kare planlı olup karşılıklı iki eyvandan oluşur. Ilıklıktan sıcaklık bölümüne geçilir, sıcaklık merkezi mekânın ortasına denk gelen sekiz köşeli göbek taşının çevresinde sıralanan sekiz eyvan ve İki halvetten oluşmaktadır. Su deposu ve külhan sıcaklığın devamında yer almaktadır. Büyük Paşa hamamı günümüzde özgün işlevine devam etmektedir.

  • Göymen Hamamı:

Pazar hamamının üst örtüsü 1950’lerin başında eserin bütünlüğünün bozulmamasına dikkat edilerek tamirat görmüş, ılıklık kısımlarına küçük soyunma odaları ve yıkanma mahalleri yapılmış, batıda yer alan ılıklık kısmına bir kapı daha açılmıştır. Kuzey-güney yönünde uzanan hamam; soğukluk, ılıklık, sıcaklık kısımlarından meydana gelmektedir. Biri erkekler için cadde tarafındaki, diğeri kadınlar için sokak tarafındaki iki kapı ile girilen hamam, yaklaşık 4m. kadar yerin altında bulunmaktadır. Güneydeki ılıklık kısmına doğu taraftaki yan bir dehlizle geçilmektedir. Batısında bir eyvanla genişletilen ılıklık yer almaktadır. Sıcaklık kısmına diğer hamamların aksine eyvandan değil, kuzeydoğu köşedeki halvetten geçilmektedir. Fakat sıcaklık, klasik Türk hamamlarında olduğu üzere dört eyvanlı ve köşe halvetli olarak plânlanmıştır. Sel baskınına maruz kalan hamamın döşemelerinin pembe, siyah, beyaz ve kirli sarı renkli Antep mermerleri ile kaplanmış olduğunu düşünülmektedir. Hamamın odaları ve meydan kısmı kubbe ile eyvanlar ise beşik tonozla örtülmüştür. Kubbelere geçişler pandantiflerle temin edilmiştir.

  • Hüseyin Paşa Hamamı:

Giriş kapısı üzerinde bulunan kitabeye göre H.1140 (1727-28M) tarihinde yapılmıştır. Hamama giriş güneybatı köşesinden, sivri kemerli bir açıklıktan yapılmaktadır. Basık kemerli bir dehlizle iç mekâna giriş yapılır. Üç basamaklı bir girişle asıl mekâna ulaşılır ve asıl mekân soğukluk, ılıklık, sıcaklık ve külhandan oluşmaktadır. Soğukluk kare planlı olup üzeri kubbeyle örtülüdür. Soğukluk kısmının ortasında bazalt taşından yapılmış yekpare bir havuz yer almaktadır. Soğukluktan birbirlerine simetrik olarak yapılmış 2 eyvanlı ılıklığa geçilir. Sıcaklık ise, ortada altıgen planlı ve üstü kubbeyle örtülü merkezi mekânın etrafında, tonozlu altı eyvan ve kubbeli altı halvetten oluşmaktadır. Su deposu ve külhan ise sıcaklığın devamında yer almaktadır. Günümüzde çarşı olarak kullanılan hamam, statik olarak sağlam durumdadır.

  • İki Kapılı Hamam:

Eserin asıl adı “Beşaşer” veya “Beşbaşar” olduğu halde bugün “İki Kapılı Hamam” olarak bilinmektedir. Hamamın varlığını haber veren en eski kaynak Evliya Çelebi’dir. Hamamın soğukluk kısmının yıldız tonozu ile Eski Hamamın (15.yy. veya daha öncesi) soğukluk kısmının tonozunun aynı olması da, İki Kapılı hamamın tarihinin çok eskilere dayandığını işaret etmektedir. Hamamın içinin görünmemesi için yapılan ön mekânın iki ucuna birer kapı konulması dolayısıyla esere “İki Kapılı Hamam” denilmiştir. Bu hamamda da ısı kaybını önlemek ve akarsu kotuna erişebilmek için yerin altına gömülmüş olduğu görülmektedir. Bu sebeple beşik tonozla örtülü giriş mekânının iki tarafından merdivenlerle inilerek hamama ulaşılmaktadır. Haçvari bir plana sahip olan soğukluk kısmına sade bir kapıdan geçilerek ulaşılmaktadır. Dört kenarında yer alan sathî eyvanlar beşik tonozla, kare plânlı bölüm ise yıldız tonozla örtülmüştür. 11x11m. ölçüsündeki soğukluktan bir kapıyla doğu-batı istikametinde uzanan dar bir ara mekâna geçilmekte, buradan da ılıklığa ulaşılmaktadır. Kuzey-güney yönünde uzanan ve beşik tonozla örtülmüş olan ılıklık 3.20m. genişliğe ve 8.00 m. uzunluğa sahiptir. Kuzeydeki ara mekânın benzeri batıda da tekrarlanmış, böylece hem hela ve usturalık için mekânlar elde edilmiş, hem de ısı kaybı en aza indirilmiştir. Ilıklığın doğusuna yerleştirilen sıcaklık, Türk hamamlarında en çok gördüğümüz haçvari plânı tekrarlamaktadır. Buna göre sekizgen plânlı sıcaklığın büyük bir kubbeyle örtülü göbek kısmının dört tarafında birer eyvan, köşelerde ise birer oda bulunmaktadır. Odalar kubbe ile eyvanlar ise beşik tonozla örtülmüştür. Kubbelere geçiş pandantiflerle sağlanmıştır.

  • Kale Hamamı:

Yapının herhangi bir kitabesi olmayıp 16.yy.’a tarihlendirilmektedir. Hamama giriş, güneybatı köşesinden yapılmaktadır. Üç basamaklı bir girişten asıl mekâna ulaşılmaktadır. Asıl mekân soğukluk, ılıklık, sıcaklık ve külhandan oluşmaktadır. Yapının girişi sivri kemerli olup soğuklukta bir tane havuz yer almaktadır. Sıcaklıkta göbek taşı sekizgendir. Yapının üst örtüsü kubbedir.

  • Keyvanbey Hamamı:

Yapıda herhangi bir kitabeye rastlanılmayıp plan özelliğine baktığımızda yapının 17.yy.’ın ilk yarsında inşa edildiği düşünülmektedir. Hamamın adı hakkında da çeşitli rivayetler olmakla beraber en güçlüsü Keyvan Bey’in çok varlıklı biri olduğu ve bu hamamında inşasında rol oynadığıdır. Çeşitli dönemlerde onarımlar geçiren hamamın plan özelliklerine baktığımızda ise; soğukluk, ılıklık, sıcaklık ve külhandan oluştuğunu görmekteyiz. Soğuk kısmının ilk inşasında kubbeyle örtülü olduğu tarihi kaynaklardan kesinlik kazmıştır fakat mimarisi hakkında bilgiler sınırlı kalmıştır. Şahıs mülkiyetinde olan hamam, 2000 yılından itibaren kahvehane olarak kullanılmaktadır. Ancak sıcaklık kısmı halen hamam işlevini yerine getirmektedir.

  • Naip Hamamı:

Tekke, Türbe ve Mescidiyle birlikte bir külliye halinde inşa edilen yapının, Ayıntab Vakıf Defteri kayıtlardan yola çıkarak 16.yy.’ın ilk çeyreklerinde yapıldığı düşünülmektedir. Naip Hamamı, Gaziantep’in en eski yerleşim yerlerinden biri olan Tabakhane semtinde inşa edilmiş olup, bölgedeki hamamlar içerisinde en az değişikliğe uğramış hamamlardandır. Gaziantep’deki birçok hamam gibi sokak seviyesinden aşağıda yapılmış böylece hamamın daha fazla ısınması sağlanmıştır. Hamamların sokak seviyesinden aşağıda yapılmasının bir diğer nedeni ise; kubbelerin beden duvarlarına yoğun baskı uygulamasını engellemektir. Naip Hamamı doğu-batı doğrultusunda uzanıp, dikdörtgen bir plana sahiptir. Yapıya kuzeyden sade bir kapıyla giriş yapılmaktadır. Soğuk kısmı kare planlı ve üzeri kubbeyle örtülüdür. Kubbeye geçişlerde Türk üçgeni ya da pandantif denilen geçişler kullanılmıştır. Soğukluk ile Ilıklık arasında bir ara mekân yapılmış olup bu mekânın üst örtüsü ise beşik tonozla örtülüdür. Ilıklık mekânı kuzey-güney doğrultusunda dikdörtgen planda yapılmıştır. Sıcak kısmı ise simetrik bir plan sergilemektedir. Ortada sekizgen bir göbek taşı, doğusunda ve batısında ise bir eyvan yer almaktadır. Eyvanların her iki tarafına iki halvet yerleştirilmiştir. Halvetlerin üzeri ise kubbeyle örtülmüştür. Sıcaklığın batısında ise külhan yer almaktadır. Naip Hamamı göz alıcı süslemeleriyle de oldukça dikkat çekmektedir. Taban döşemelerindeki siyah, beyaz ve kırmızı renkli geometrik kompozisyonlar iç mekana hareketlilik kazandırmıştır.

  • Şehitler Hamamı:

Hamamın yapım tarihi kesin olarak bilinmemekte ancak, 19.yy.’da yapıldığı düşünülmektedir. Ana mekan eklerle genişletilmiş ve onarım geçirmiştir. Kare plana sahip soğukluk odası nişlerle genişletilmiş olup, ortasında sekizgen bir havuz yer almaktadır. Bu mekân ortasında aydınlık feneri bulunan kubbe ile örtülüdür. Helâ, soğukluk ile ılıklık arasındaki koridorun bir ucundadır. Üç bölümden oluşan ılıklık ortasında kubbeli merkezi bir mekânla iki tarafında simetriktir. Sıcaklık dört eyvan ve dört halvet hücreli haçvari planlı olup, orta sofa kubbe ile örtülüdür. Bütün bölümleri günümüze ulaşan hamamın sadece erkekler için bölümü çalışır durumdadır.

  • Şıh Hamamı:

Kepenek Mahallesi’nde yer alan hamam, Şıh Cami’nin batısında konumlanmaktadır. Hamam tüm bölümleri ile günümüze kadar ulaşmış ve halen çalışır durumdadır. Hamamın soğukluğuna güney yöndeki basık kemerli sokak kapısından 11 basamakla ulaşılmaktadır. Soğukluk odası kare planlı olup, dört tarafı nişlerle genişletilmiştir. Ortasında sekizgen bir havuz vardır. Üstü kubbeyle örtülüdür. Kubbeye geçiş pandantiflerle sağlanmıştır. Soğukluğun kuzeyindeki kemerli kapıdan ılıklığa geçilir. Ilıklık bir merkez çevresinde üç eyvanlı olup merkezi mekân dairesel ışık gözlerinin bulunduğu kubbe ile örtülüdür. Helâlar ılıklığın güneyinde yer almaktadır. Sıcaklık 3 eyvan, 4 halvet hücre planlıdır. Kubbe ile örtülü olan merkezi mekân, yıldız biçiminde şekillenen ışıklıklarla aydınlanmaktadır. Su deposu ve külhan sıcaklığın devamında yer almaktadır. Soğukluğun ortasına denk gelen ve bazalt taştan dilimli yek pare olarak yapılan havuzun yüksekliği yerden yaklaşık 1.30 m.’dir. Soyunma mekânının doğusunda bulunan bir kapıdan helâların bulunduğu aralığa, oradan da merkezi mekânın iki tarafında simetrik olarak bulunan iki eyvanlı ılıklığa geçilir. Sıcaklık ise, ortada altıgen planlı ve üstü kubbeyle örtülü merkezi mekânın etrafında, tonozlu altı eyvan ve kubbeli altı halvetten oluşmaktadır. Su deposu ve külhan ise sıcaklığın devamında yer almaktadır.

  • Tabak Hamamı:

Hamamın yapılış tarihiyle ilgili herhangi bir kayıt veya bilgi mevcut değildir. Evliya Çelebi Seyahatnamesi’nde hamamın 17.yy.’dan önce yapıldığı anlaşılmaktadır. İri kesme taştan haç biçiminde eyvanlı, tek hamam planındadır. Hamamın soğukluğuna sokaktan basık kemerli bir kapıdan 20 basamakla ulaşılmaktadır. Soğukluk kare planda olup, dört tarafı nişlerle genişletilmiştir. Ortasında sekizgen bir havuz ve bunun üzerine denk gelen aydınlık fenerinin yer aldığı kubbe ile örtülüdür. Üç tarafında eyvanların yer aldığı ılıklıkta, kubbe örtülü merkezi bir mekan bulunmaktadır. Sıcaklık, 4 eyvan ve 4 halvet hücreli haçvari planlı ve kubbe ile örtülüdür. Su deposu ve külhan sıcaklığın devamında yer almaktadır. Günümüzde özgün işlevine devam eden hamam statik olarak sağlam durumdadır.

Tarihi Gaziantep Camileri, kentin siluetine sağladıkları görsel ve fonksiyonlarına bağlı olarak yerine getirdikleri sosyal katkıyla birlikte, kent içindeki konumları ve yapım tarihleri ile bağlantılı olarak kentin gelişiminin izlenmesine olanak sağlayan kentin vazgeçilmez mimari değerlerini oluşturmaktadır.
Camiler, Anadolu kentlerinde olduğu gibi yerleşimin en küçük birimini meydana getiren mahallelerin merkezini oluştururlar. Özellikle Osmanlı Dönemi’nde, din adamlarının dini görevleri dışında en önemli görevlerinden birinin de devletin buyruklarını halka iletmek olduğundan, dini yapılar sadece ibadet amacıyla değil, yönetimsel konuların iletilmesi için de kullanılan bir toplantı mekanı olmuştur. Üstlendikleri bu fonksiyonlar ile dini yapılar, her anlamda mahallelerin merkezini oluşturmuştur. Şehir düzeninde konutlar ve diğer yapılar da dini yapıların çevresinde gelişmiştir. Dini yapıların bu hiyerarşik düzendeki önemi, içlerinde yer aldıkları mahallelere isimlerini vermelerinden de anlaşılmaktadır. 16.yy. Antep Liva Defterlerine göre kenti oluşturan mahallelerin adlarına bakılacak olursa, mahalleler ile sınırları içinde yer alan dini yapıların genelde aynı adı taşıdıkları görülmektedir.  Müslümanların ibadet yeri ve insanların sosyal ihtiyaçlarına cevap verebilecek ünitelere ve sanatsal değere sahip tarihi, Gaziantep camilerinden bahseden ve bunlar hakkında bilgi veren belli başlı üç eser vardır. Bunlar; Evliya Çelebi Seyahatnamesi, Şer’i Mahkeme Sicilleri, Risale-i Fi Tarif Kaza-yı Aynitap’tır.
Hemen hemen hepsinin yapımında kesme taş kullanılan tarihi Gaziantep camileri, plan ve süsleme bakımından birbirinden farklılık göstermektedir. Camilerin plan oluşumlarında ve minarelerinde Arap mimarisinin etkisi dikkat çekmektedir. Genellikle dikdörtgen planlı ve son cemaat yeri bulunan iki nefli yapılar grubunda, duvarlarda nişler kullanılmış ve bu nişlerin içine pencereler yerleştirilmiş, üstleri çapraz tonozlarla örtülmüştür. Nefleri ise, payeler ayırmaktadır. Bu tip yapıların en eski örneği “Ahmet Çelebi Cami”dir. Hacı Nasır Cami’nin burmalı minaresi, Handaniye, Eyüpoğlu ve Esenbek Camilerinin portal süslemeleri önemlidir. Handaniye Cami minaresinin şerefesi altında XVI.yy. İznik çinileri bulunmaktadır. Boyacı Cami ise, minberindeki ahşap işçiliğinin, Gaziantep’in en eski örneği olması bakımından önemlidir.
Tarihi Gaziantep Camilerinin cephelerinde, farklı renkte taşların kullanımları ile oluşturulmuş kompozisyonların hakim olduğu bir düzenleme görülmektedir. Bu düzenlemede yöreden çıkarılan sarı (havara ve kıymık), siyah (kara taş) ve kırmızı (kırmızı mermer) taşların kullanılmıştır. Bezemenin hakim olduğu en önemli yapı ise minareleridir. Çoğunluğu kapalı şerefeli olan minarelerin ince bir taş işçiliğinin ürünü olan şerefe-gövde bağlantıları, gövdelerinde yer alan kabartmalar ve çini tabaklar ile şerefe korkuluklarında yer alan motifler bu düzenlemelerde kullanılan başlıca öğelerdir. Osmanlı döneminde dini yapılarda meydana gelen en önemli değişimlerden biri de mescid olarak inşa edilen birçok yapının gerekli değişiklikler yapılarak camiye çevrilmesidir. Bu dönem yapılarından Bostancı, Ömer Şeyh, Kozluca, Hacı Veli, Karatarla, Hacı Nasır, Karagöz ve Bekirbey Camileri önce mescid olarak inşa edilmiş daha sonra camiye çevrilmiştir. Bölgede 1822 tarihinde meydana gelen deprem ve özellikle de Antep Harbi sırasında kullanılan top mermileri, yapılarda oldukça büyük tahribata neden olmuştur. Savaş sırasında özellikle hedef alınmaları nedeniyle yıkılan minarelerin çoğu savaş sonrasında aslına uygun olarak yeniden yapılmıştır. Bu onarımlar sırasında en büyük değişiklikler ise camilerin üst örtülerinde gerçekleşmiştir. Orjinalinde üst örtü olarak düz dam ve üzeri hasır malzeme ile kaplanmış kubbelerin kullanıldığı yapıların çoğunun üst örtüsü, kubbeleri dışarıdan algılanmayacak şekilde kırma çatı olarak değiştirilmiştir. Bu onarımlar sırasında plan şemaları özgünlüğünü korumuştur. Camilerin fonksiyonlarını günümüzde de devam ettirmeleri korunmalarındaki en önemli etken olmuştur. Gaziantep Savunması sırasında kentte yaklaşık 50 civarında caminin olduğu anlaşılmış, fakat bunlardan bazıları yıkılarak harabe haline gelmiş ve ancak 30 tanesi korunarak günümüze kadar ulaşabilmiştir.
Gaziantep’te son yıllarda inşa edilen modern camilerde süsleme sanatı çok zengin olup, bu camiler çini işlemeleri ve hat sanatıyla dikkatleri çekmektedir. Gaziantep’te Pişirici ve Balıklı olmak üzere iki mescidin yanı sıra tarihi camilerden bazıları şunlardır:

  • Ömeriye Cami:

Gaziantep’in Düğmeci Mahallesi’nde bulunan bu tarihi cami, Antep’in en eski camisidir. 607 hicri (1210 miladi) yılında tadilat yapıldığı kayıtlarda geçmektedir. Caminin kimin tarafından yapıldığı tam olarak bilinmemekle birlikte Halife Hz. Ömer zamanında yapıldığı, ya da Hz. Ömer’in kızından olma torunu Emevi Halifesi Ömer Bin Abdülaziz tarafından yaptırıldığı söylendiği hakkında farklı söylentiler vardır. Caminin bir diğer adı, İki Ömer anlamında “Ömereyn”dir. Caminin taç kapısı ve mihrabı ak-kara taşlarla örülmüştür. Minare şerefesinin korkuluklarında oyma taş işçiliğinin güzel örnekleri görülmektedir. Hatta minarenin bedeninde Antep Savunmasından kalan mermi ve şarapnel parçalarının izlerini görmek mümkündür.

  • Ali Nacar Cami:

Tabakhane Bölgesi, Yaprak Mahallesi’nde yer almaktadır. Vesikalarda Ali adında bir marangoz tarafından yaptırıldığı görülmüştür. Müezzin mahfiline çıkan merdiven üzerinde 1213 Hicri tarihi yazmaktadır. Bu hicri tarihin caminin onarım tarihi olduğu düşünülmektedir.

  • Boyacı Cami:

Hamdi Kutlar Caddesi ile Kutlar Sokağı’nın birleştiği yerde bulunmaktadır. Kadı Kemalettin tarafından yaptırılmıştır. Caminin minberi üzerindeki oyma kitabede 759 Hicri (1358 Miladi) tarihi yazmaktadır. Ancak bu tarihten daha önce yapıldığı düşünülmektedir. Caminin özelliklerinden birisi de minberin alttan kızaklı olması ve duvarda özel olarak yapılan bölmesine girip çıkabilmesidir. Avlu girişinin sağında tek şerefeli çokgen gövdeli peteksiz bir minaresi bulunmaktadır. Ayrıca Gaziantep’in en büyük camilerinden olan Boyacı Cami’nin içindeki ince ahşap işçiliği dikkat çekicidir.

  • Şeyh Fethullah Cami Ve Külliyesi:

Kepenek Mahallesi’nde bulunan cami, halk arasında “Aşağı Şeyh Cami” olarak da adlandırılmaktadır. Caminin ismi, keramet sahibi ve ermiş bir kişi olan Şeyh Fethullah; Halife Hz. Ebubekir soyundan gelmektedir. Hicri 971 (Miladi 1564) tarihinde yapılmıştır. Harim, ortada sekizgen taş ayağa oturan ve yelpaze şeklinde açılan tonozlarla, askı kemerlere bağlanan bir örtü sistemine sahiptir. Bu tür örtü sistemi Şeyh Fethullah Camiden başka şimdiye kadar hiç bir camide görülmemiştir. Ortadaki sekiz köşeli taş ayağa rağmen bu cami merkezi planlı camiler grubuna dahil edilebilir. Genelde merkezi planlı camiler kubbe ile örtülüdür. Şeyh Fethullah Cami, tonozla örtülü olmasına ve ortada ayağı ihtiva etmesine rağmen merkezi mekan bütünlüğünü muhafaza etmiştir. Caminin portal, mihrap, minber ve pencere sövelerinde renkli taş işçiliği bakımından Memluk sanatının etkileri görülmektedir. Ancak portal kavsarası ile caminin içindeki pencere alınlıklarının süslemesinde Osmanlı sanat üslubunun özelliklerini görmek mümkündür. Harimin gerisinde son cemaat yeri ve dış avlu mevcuttur. Giriş zeminindeki renkli taş döşemesi bölgeye has bir özelliktir. Tek şerefeli bodur minaresi vardır. Şeyh Fethullah Cami; zaviyesi, kasteli, medresesi ve hamamıyla bir külliye olarak inşa edilmiştir. Antep Savunmasında şehit düşen Karayılan’ın mezarı cami bahçesindedir. Bu caminin diğer camilerden farklı olan özellikleri ise şunlardır:
1-Cami olarak inşa edilmiştir.
2-İlk yapıldığı gibi kalmış olup, genişletilmemiştir.
3-Diğer camilerde Osmanlı ve Arap mimarisi özellikleri varken, bu camide Selçuklu mimarisi özelliği vardır.
4-Banisi kutsal sayılmakta, kendine özgü mimarisi bulunmaktadır.
5-Antep Savunmasında şehit olan Karayılan (Molla Mehmet)‘ın mezarı burada bulunmaktadır.

  • İhsanbey (Esenbek) Cami:

Şehitler Caddesi üzerinde bulunan caminin eski kayıtlarda ismi “Esenbek” olarak geçmekte ve ne zaman yapıldığına dair kesin bir bilgi bulunmamaktadır. Mabetin altında eskiden caminin su ihtiyacını karşılayan bir kastelin varlığı bilinmektedir. Kastele avlu kapısının hemen önünden karataştan yapılmış 25 merdivenle inilmektedir.

  • Hacı Nasır Cami: 

Hacı Nasır adında bir kişi tarafından bugün Elmacı Pazarı denen yerde mescid olarak yaptırılmıştır. Hacı Nasır, 16.yy.’da yaşamış olup, yapımı da 16.yy.’a tarihlenmektedir. 130-140 yıl sonra Kamalakzade Hacı Mahmut oğlu Hasan Ağa tarafından mescide minber konularak camiye dönüştürülmüştür. En önemli onarımını ise, Miladi 1812 (Hicri 1227) yılında geçirmiş olduğu kapının üzerindeki kitabeden anlaşılmaktadır.

  • Handaniye (Handan Bey) Cami: 

Karagöz Mahallesinde yer alan cami, Miladi 1647 yılı kayıtlarında ismi “Handan Bey” olarak geçmektedir. Antep’te yaşamış Erzincanlı beylerin en fakiri sayılan Handan Ağa tarafından yaptırılmıştır. Gelir getiren bir de saraçhanesi olan cami, Miladi 1791 yılında yeniden yapılmıştır. Caminin onarımlarında daha sonra saraçhaneden alınan gelir kullanılmaya başlanmıştır. Antep Savunmasında cami ibadet yapılamayacak duruma gelmiştir. Daha sonra yeniden bir onarım geçirmiştir.

  • Eyüpoğlu Cami:

Kendi adıyla anılan Eyüpoğlu Mahallesi’nde yer almaktadır. Caminin yapılış tarihi ve kimin tarafından yaptırıldığı konusunda yeterli bilgi bulunmamaktadır. 1586 tarihli Şer-i Mahkeme Sicillerinden bu tarihten önce yapıldığı bilinmektedir. Yapı, içten çapraz tonozludur. Altı gözlü son cemaat yerinin gerisinde duvarla çevrili dış avlusu mevcuttur. Mihrap siyah vişneçürüğü ve beyaz mermerle çeşitli geometrik şekillerden oluşan süslemeye sahiptir. Merdivenle çıkılan minber ve vaaz kürsüsü mevcuttur. Minaresi tek şerefeli olup, şerefe altı mukarnaslıdır. Gövde ve petek kısımları bilezik ve sağır kemerlerle süslenmiştir.

  • Kılınçoğlu Cami:

Kılınçoğlu Mahallesi’nde bulunmaktadır. Hicri Şaban Ayı 1186 tarihli ve diğer belgelerden bu mabedin H.1083 (M.1672) yılından önce Kılınçoğlu Hamza Bey tarafından mescit olarak yaptırıldığı, daha sonra Osman Efendi adlı bir hayırsever tarafından minber eklenerek camiye çevirdiği bilinmektedir. Bu caminin en ilginç yanı duvarlarının kale suru gibi kalın olmasıdır.

  • Ömer Şeyh Cami:

Ömer Şeyh tarafından bugünkü merkez Yazıcık mevkiinde Turna sokağın köşesinde inşaa edilmiştir. Kesin olarak ne zaman yapıldığı bilinmemekle birlikte H.967 (M.1559) yılı Şeri Mahkeme sicili kayıtlarına göre bu tarihten önce en azından mescit olarak yapılmış olduğu anlaşılmaktadır.

  • Bostancı Cami:

Şehir merkezi Bostancı Mahallesi’nde, Bostancı Cami Sokakta bulunan caminin hangi tarihte ve kimin tarafından yaptırıldığı bilinmemektedir. Ancak H.965 ve 967 tarihli Şeri Mahkeme sicillerinde adı Bostancılar Mescidi olarak geçmektedir. Bu belgelerden caminin yapılışının M.1557 yılından önce olduğu anlaşılmaktadır.

  • Kabasakal Cami:

Şehreküstü Semti, Kocaoğlan mahallesindeki Ahmet Çelebi İlköğretim Okulu’nun kuzeyinde konumlanmaktadır. Hacı Ahmet adında biri tarafından mescit olarak yaptırılmış, Kabasakaloğlu İsmailoğlu Hamza Ağa tarafından minber eklenerek camiye çevrilmiştir. Hamza Ağa’nın H.1114 tarihinde öldüğü veraset belgesinden anlaşılmaktadır. Buna göre caminin yapımı M.1702 tarihinden daha önce olması gerekir.

  • Ahmet Çelebi Cami:

Ulucanlar Mahallesi’nde yer almaktadır. Caminin kurucusu Peygamber soyundan Hacı Osman oğlu Şeyh Ramazan Efendi’dir. Bu eser medrese, cami, kastel olarak peş peşe sıralanmıştır. Cami sonradan ilave edilen medreseyi yaptıran Ahmet Çelebi’nin adıyla anılmaktadır. Caminin; kitabesinden l083 hicri (l672 miladi) tarihinde yapıldığı anlaşılmaktadır. Bahçesinde bulunan kastele 12’si kesme taştan, 32’si kayaya oyma 44 merdivenle inilmektedir. Cami ahşap işçiliğinin eşsiz örneklerini yansıtmakta olup, ayrıca kadınların da ibadet etmeleri için ayrı bir bölümü yer almaktadır.

  • Alaybey (Gami Bey) Cami:

Alaybey Mahallesi, Gaziler Caddesi üzerinde yer almaktadır. Caminin yapılış tarihiyle ilgili kesin bir bilgi yoktur. M.1595 tarihinden önce yapıldığı H.1224 tarihinde yeni bir onarım gördüğü bilinmektedir. Camiyi yaptıran kişinin Alaybeyi olan bir komutan olduğu bilinmektedir. Camide kesme taş işçiliğinin güzel örnekleri görülmektedir. Üçayağa oturan, dört kemer gözlü olan son cemaat yeri çapraz tonozla örtülüdür. Dışarıda küçük bir avlusu vardır. Kuzey-doğu köşedeki minare çokgen gövdeli ve tek şerefelidir. Merdivenle çıkmalı minberi ve vaaz kürsüsü vardır.

 

  • Şirvani (Şirvani Mehmet Efendi) Cami: 

Gaziantep Kalesi’nin batısında Seferpaşa Mahallesi’nde bulunmaktadır. Eskiden tarihi Gaziantep camileri içerisinde minaresi iki şerefeli olan tek cami olduğundan bu camiye halk tarafından “İki Şerefeli Cami” de denir. Şirvani Mehmet Efendi, camiyi yaptıran kişinin adıdır. Rivayete göre Şirvani Seyit Mehmet Efendi Hz. Muhammed’in torunu Hz. Hüseyin’in soyundan gelmektedir. Caminin yapılış tarihinin Miladi 1677 tarihinden önce olduğu belgelerden anlaşılmaktadır. Camide eskiden dervişlerin zikrettikleri bir oda ve ahşap işçiliğinin güzel örnekleriyle süslenmiş bir müezzin mahfili de bulunmaktaydı. Bir başka önemli bölüm ise Boyacı Camiinde olduğu gibi minberin alttan kızaklı olması, duvarda yapılan özel bölmesine girip çıkabilmesidir.

  • Tahtani(Tahtalı) Cami: 

Gaziantep Kalesi’nin yanında, Şekeroğlu Mahallesi, Uzun Çarşı Caddesi üzerindedir. Caminin kim tarafından yaptırıldığı ve yapım tarih hakkında kesin bilgiler bulunmamaktadır. Ancak Miladi 1557 tarihli bir belgede adından söz edilmektedir. M.1563 yılında Maraş Valisi Osman Paşa tarafından tamir ettirildiği anlaşılmaktadır. Bir söylentiye göre caminin ağaçtan yapıldığı bu nedenle de halk tarafından camiye Tahtalı Cami olarak adlandırıldığı bilinmektedir.

  • Alaüddevle (Ali Dola) Cami: 

Uzun Çarsı’nın batısında, Eski Saray Caddesi üzerindedir. Halk arasında “Ali Dola Cami” de denilmektedir. Alaüddevle, Maraş’ta hakimiyet sürdüren Dulkadiroğlu Beyliği’nin son beyidir. Caminin yapım tarihi kesin olarak bilinmemekle beraber camiyi yaptıran Alaüddevle’nin, Miladi 1515 tarihinde vefat ettiği düşünülürse bu tarihten önce yaptırıldığı ortaya çıkmaktadır. Sadece minaresi yıkılmadan günümüze ulaşabilen cami, 1901 yılında giriş yüzü siyah ve beyaz taşlardan tek kubbeli olarak yeniden yapılmıştır. Caminin mimarı Armenek, ustabaşısı da Kirkor’dur. Hıristiyan sanatında görülen kemer içindeki küçük sütunlu pencere ve üzerinde yuvarlak bir pencereden oluşan sistem burada da uygulanmaktadır. Mihrabın üçgen bir alınlık içine alınması yine kiliselerden alınma bir özelliktir. Ayrıca yan duvar pencerelerinin etraf silmelerinin büyük ebatta yapılmaları ve içerideki mihrap süslemeleri ise barok özellikleri taşımaktadır.

  • Tekke (Tekke Mevlevihane) Cami:

Kozluca Mahallesi, Küçük Pazar sokağının güneyindedir. Resmi kayıtlarda adı Mevlevihane Camisi olarak geçer. Ancak halk tarafından Tekke Camii olarak bilinir. Cami, hücreler, semahane, yönetim ve Mevlevi dervişlerinin oturma odaları, tuvaletler, havuzlar, küçük ve kısa minaresinden oluşan eserler topluluğudur. Cami M.1638 yılında Mustafa Ağa adında bir Türkmen Ağası tarafından yaptırılmıştır. Miladi 1901-1903 yıllarında çıkan büyük yangınlardan zarar gören yapılar, vakfın mütevellisi olan Şeyh Mehmet Münip Efendi tarafından yeniden yaptırılmıştır. Caminin minaresi, altından geçen yol nedeniyle dikkat çekicidir.

  • Karatarla Cami:

Karatarla Mahallesi, Eski Saray Caddesi Kunduracılar çarşısındadır. Mescit olarak inşa edilmiş, Gergeri Halil Çavuş adında bir hayırsever tarafından genişletilerek cami durumuna getirilmiştir. Yapılan bu değişiklik Hicri 1063 tarihli belgelerden anlaşılmaktadır. Gaziantep’teki camilerin minareleri içerisinde en zarif olanıdır.

  • Kozanlı Cami: 

Kozanlı Mahallesi, Kozanlı Sokakta bulunmaktadır. H.1065 ve 1057 tarihli Şeri Mahkeme Sicillerinde mescit olarak geçmektedir. Kozanlı’daki mabedin H.1088 tarihli Şeri Mahkeme Sicilleri kaydında Üstat Ali Bey’in yaptırdığı cami olarak geçmektedir. Caminin örtüsü içten çapraz tonozludur. Çıkmalı çift minberi, üç gözlü son cemaat yeri, tek şerefeli bodur bir minaresi mevcuttur.

  • Nuri Mehmet Paşa Cami: 

Çukur Mahallesi, Suburcu Caddesi üzerindedir. Şer-i Mahkeme Sicillerinden ve bir fermandan anlaşılacağı üzere Nuri Mehmet Paşa tarafından 1786 (Hicri 1200) yılından bir kaç yıl önce yaptırılmıştır. Harim mihraba paralel, tek sıra dört kare gövdeli ayakla enlemesine ikiye ayrılmıştır. Mihrap önü kubbe ile yanlar çapraz tonozla örtülüdür. Son cemaat mahalli ise beş kubbelidir. Dış avlu ile son cemaat yerinin birleştiği bölümde klasik Osmanlı tarzındaki iki şerefeli minare yükselir. Mihrap; sarı, siyah, bordo renkli mermer malzeme ile zikzak motif ihtiva eden süslemeye sahiptir. Mihrabın yanlarında birer balkon minber mevcuttur. Mahfil kalem işi ile yapılmış çeşitli geometrik ve bitkisel motifleri ihtiva eder. Gaziantep Savunmasında zarar gören cami; bir ara askeri depo, 1958’den sonra da Müze olarak faaliyet göstermiştir. 1968 yılından sonra ise onarılarak yeniden ibadete açılmıştır.

  • Hüseyin Paşa Cami: 

Gaziler Caddesi üzerindedir. 1719 (Hicri 1131) yılında Hüseyin Paşa tarafından yaptırılmıştır. Mimar olarak Hüseyin oğlu Osman adı geçmektedir. Dikdörtgen planlı camide, iki ayağın ve duvarların taşıdığı eşdeğerde altı kubbeli örtü sistemi uygulanmıştır. Son cemaat yeri de sivri kemerlere oturan üç kubbe ile örtülüdür. Duvarlarla çevrili dış avlusu mevcuttur. Mihrap geometrik taşlarla süslenmiştir. Mermer olan klasik minber, ahşap korkuluklara sahiptir. Minare çokgen gövdeli ve iki şerefelidir.

  • Ağa Cami:

Tunus’lu Antep Kaymakamı Ferruh Ağa (Bey) tarafından yaptırılan cami Şehreküstü, Suyabatmaz Mahallesi Şehitler Caddesinde yer almaktadır. Miladi 1554-1559 tarihleri arasında yaptırılmıştır.

  • Kurtuluş Cami:

Gaziantep’in Tepebaşı Mahallesi’ndedir. 1892 yılında kilise olarak yapılan cami, önceleri kilise ve cezaevi olarak kullanılmıştır. Bir tarih hazinesi gibi eski ihtişamından hiç bir şey kaybetmeyen Kurtuluş Cami, Gaziantep’in en büyük camilerindendir.
Gaziantep ilinde bulunan diğer camiler: Kozluca Camii, Hacı Veli Camii, Karagöz Camii, Kanalıcı Camii, Bekirbey Camii, Çınarlı Camii, Şahveli Camii, Ayşebacı Camii vd.

Tarihi Gaziantep Evleri; yüksek duvarlar arkasında, dış mekanlardan mümkün olduğunca soyutlanmış Hayat (Avlu)’a dönük yapılardır. Evlerin ikinci katında sokağa yapılan konsol çıkıntılarına cumba denir. Dışı metalle kaplanan bu tür yapılar cumbalı ev olarak da adlandırılır. Evin ana girişi sokaktan hayata girişle sağlanır. Hayat etrafında ocaklık (mutfak), hazna (kiler), hela gibi mekanlar yer alır. Evler tek, iki ve üç katlı olarak inşa edilmiştir. Genelde iki katlı evler hakimdir. İçe dönük yaşam tarzında kadınların gün boyu evde oluşları ve yaşamın özellikle yazları sürekli hayatta geçmesi nedeniyle buraya önem verilmiştir.

Avlu tabanında genellikle işlemeli taşlar kullanılmıştır. Hayat çevresinde ise, çiçeklikler, genellikle ortasında da Gane adı verilen havuz bulunmaktadır. Evin üst katlarına dıştan merdivenlerle ulaşılır. Sofa etrafında sıralanmış çoğu zaman eyvanlı odalar yer alır. Yörede eyvan adı verilen bu bölümün üst tarafı kapalı olup, ön yüzü avluya bakar. Sıcak yaz günlerinde gölgeli bir mekandır. Sofaya açılan odalar çok işlevli özelliğe sahip mekanlardır. Bu odalar yeme, yatma, oturma gibi günlük yaşamı içeren fonksiyonlara cevap verecek biçimde inşa edilmiştir. Hatta eşik dediğimiz girişte yıkanma işlevi dahi gerçekleşmektedir. Odada yatakların yerleştirildiği döşeklik, yemek kapları için kübbiye adı verilen dolap nişleri yer almaktadır. Bunlar nacar denen çok güzel ahşap işçiliğine sahiptir. Bu odalardan bina dışına da yansıyan, merdivenlerle çatı arasına çıkılan bölümler vardır. Önceleri toprak çatı olan mekanlar, daha sonra yerlerini alaturka kiremite bırakmıştır. Çatı altları havalandırmanın iyi olması nedeniyle kiler olarak da kullanılmaktadır. Genelde tavanlar ahşap kalaslar üzerine geçerken bir kısmı da bağdadi sıvaya geçmiştir. Bunların üzerine boya ve resimlerle, tavan süslemeleri yapılmıştır.

Cephelerde genellikle sosyal yaşam şekillerinden oluşan fonksiyonların yansıması vardır. Örneğin mahremiyeti sağlamak için zemin katlarda sokağa bakan pencere açılmamıştır ve tamamen hayata yönelmiştir. Üst katlarda, yola bakan büyük kafes pencereler bulunmaktadır. Tüm pencerelerin üzerinde ışık ve hava sağlayan kuştağası vardır. Kuştağaları aynı zamanda güvercin ve kuşların da barındığı yerlerdir. Bazı pencereler ev sahiplerinin dini görüşünü de yansıtmaktadır. Örneğin gayrimüslim evlerinde haçvari pencerelere rastlanmaktadır. Pencereler hava ve ışık ihtiyacını karşılamanın yanı sıra, görsel açıdan da binaların süsü konumundadır. Taş cinsleri olarak kıymık, minare kayası, havara taşı ve karataş kullanılmıştır. Karataşlar genellikle hayat süslemelerinde kullanılır. Evlerin altında bulunan mahzene, hazna adı verilir. Hazneler genellikle kiler amaçlı olarak kullanılır. Soğuk mahaller olan bu bölüm, yiyeceklerin saklanması için iyi bir mekandır.

El sanatları, insanoğlu var olduğundan beri tabiat şartlarına bağlı olarak ortaya çıkmış olup, insanların ihtiyaçlarını karşılamak amacı ile ilk örneklerini vermiştir. Daha sonra gelişerek değişim gösteren el sanatları, ortaya çıktığı toplumun duygularını, sanatsal beğenilerini ve kültürel özelliklerini yansıtır hale gelerek “geleneksel” vasfı kazanmıştır. Geleneksel el sanatlarımız geçmişi günümüze taşıma ve günümüzde yaşatma sanatıdır.
El sanatları, üretildikleri çağa tanıklık eden belgeler olarak, geleceğimize ışık tutan ve geçmişimizle bağlantı kurmamızı sağlayan değerler olmaları bakımından önemlidir. Toplumların varlıklarını sürdürebilmeleri, kimliklerine sahip çıkmalarına ve muhafaza etmelerine bağlıdır. Geleceğimizi hatırlayıp varlığımızı sürdürmemizi sağlayan el sanatları ürünlerini üreten sanatkarlar geçmişten günümüze Gaziantep’in il, ilçe ve köylerinde hep olmuş ve olmaya da devam edecektir.
Geleneksel Gaziantep El Sanatları, Anadolu’nun binlerce yıllık tarihinden gelen çeşitli uygarlıkların kültür mirasıyla, kendi öz değerlerini birleştirerek zengin bir alan oluşturmuştur. Geleneksel Gaziantep El Sanatlarını; Sedefçilik, Bakırcılık, Kutnuculuk, Aba Dokumacılığı, Yemenicilik, Antep İşi El İşlemeciliği, Gümüş İşlemeciliği, Antep kilim ve halı dokumacılığı, Küpçülük, Kuyumculuk, Semercilik, Zurnacılık ve müzik aletleri yapımcılığı, vb. olarak sıralayabiliriz. Bu geleneksel el sanatlarının tamamı Gaziantep’e özgü geleneksel el sanatlarıdır. Son yıllarda bu sanatlar yok olma tehlikesi altında olup, bu sanatları icra eden usta sayısı giderek azalmaktadır.

  • Sedef Kakma İşlemeciliği:

Bazı deniz hayvanlarının kabuğunda bulunan sert, beyaz ve gökkuşağı pırıltılı, fosforik özelliği olan maddeye “sedef”, bu maddeyi işleyen kişiye de “sedefkar” denilmektedir. Asırlardan beri bilinen sedef, zamanının tekniği ve milletlerin sanat anlayışına göre şekil almıştır. XV.yy.’dan sonra Osmanlılar döneminde Türk-İslam sanatının tamamen emrine giren sedef, geometrik desenlerin dizilişleri ile gelişimini sürdürmüştür. Hammaddesinde midye kabuğu, çeşitli teller ve ceviz ağacının kullanıldığı sedef sanatı asırlarca değişik motif ve desenlerle zenginleştirilerek mimari yapılarda (mescit, saray), mobilya ve çeşitli kullanım eşyalarında ve silah kabza süslemelerinde kullanılmıştır. Türkiye’de ilimizde yaygın bir şekilde sedef işlemeciliği yapılmakta ve üretilen sedef işlemeler Turistik bölgelere ve yurtdışına ihraç edilmektedir

  • Bakırcılık:

Gaziantep’te bakır işleme sanatının geçmişi bilinmese de bakır ve bakır işlemeciliğinin tarihi çok eskilere dayanmaktadır. Bakır sanatı, bakır ve çinkonun karışımından elde edilen maddelerin işlenmesiyle yapılır. Antep bakır işlemesinin özelliği, yekpare olarak imal edilmesi, lehim ya da benzeri bir yolla birleştirme yapılmamasından kaynaklanmaktadır. Bakır sanatı yaygın olup, kalaylanarak ev, mutfak ve süs eşyası olarak ilimizde yaygın bir şekilde sürdürülmektedir. Bakır mamullerinin işlenmesinde çakma ve çizme diye bilinen basit işleme yönteminin dışında, sadece ilimizde yapılan bir çekiç ve bir çelik kalemle yapılan işleme de kullanılmaktadır.

  • Kutnuculuk:

Kutnu kumaş dokumacılığı Anadolu’da ve Gaziantep’te çok eskiden beri yapılan ve yöremizde bir zamanlar çok önemli bir geçim kaynağı olan ve hala olmaya devam eden bir el sanatıdır. Tarihi bir değeri olan kutnu dokumacılığı, Türkiye’de yalnızca Gaziantep’te el tezgahlarında farklı şekillerde dokunan ipekli bir dokuma türüdür. 16.yy.’dan itibaren Gaziantep’te dokunan kutnu kumaşı, eskiden Anadolu’da özellikle alımlı giyinmek isteyen insanların hayallerini süslemiş, Anadolu Selçuklularından bu yana dokunan kutnu kumaşları Osmanlı padişahları tarafından da elbise olarak diktirilirmiş.
Tarihi değeri olan Kutnu, Türkiye’de yalnızca Gaziantep’te dokunan ipekli bir dokuma türüdür. Görkem, zarafet ve estetik ifade eden kutnu kumaşların hammaddesi suni ipek ve pamuk ipliğidir. İçinde sentetik hiçbir madde bulunmadığından oldukça sağlıklıdır. Tarihi çok eskilere dayanan kutnu, üretme sürecinde zahmeti ağır bir kumaş türüdür. Çeşitli boyaların içine defalarca batırılarak istenilen desen ve renge kavuşturulan kumaş, ne yazık ki artık zahmetiyle eşdeğer bir rağbet görmemektedir. Kutnu, Türkiye’nin pek çok bölgesinde yöresel giysilerin yapımında kullanılırken; turistik amaçlı, çanta, terlik ve çeşitli aksesuarlarla beraber, perdelik kumaş olarak da kullanılır.
Kutnu kumaşı yapılırken belirli aşamalardan geçmektedir. İlk olarak bobin halinde olan ip, söküm işlemine tabi tutularak çile haline getirilir. Söküm işlemi için yörede devre adı verilen dört köşeli dolaplar kullanılır. Çözgü iplikleri çile haline geldikten sonra boyama işine geçilir. Yüz derecelik boya kazanlarında ipler boyayı emene kadar bekletilir. Kazandan çıkartılarak sıkılan iplikler kurutulduktan sonra dokuma sırasında kopmaması için mezekçilere gönderilerek düzeltilmesi ve kopukların ayrılması sağlanır. Daha sonra taharlanan yani taraktan geçirilen ipler dokumaya hazır hale getirilir. Daha çok el tezgâhlarında dokunan kutnu kumaşı, kutnu ve alaca olmak üzere ikiye ayrılır. Mecidiye, Hindiye, Zencirli, Kemha, Darcı, Sedefli, Mekkavi, Kürdiye, Cütari, Rehvancıoğlu, Kırkalem, Sultan, Osmaniye, Mehtap Mercan, Sedyeli, Çiçekli olmak üzere, 60’tan fazla çeşidi olan kutnunun hakim rengi sarıdır. Altın rengindeki sarı, kumaşa renk vermekle kalmaz aynı zamanda doğal bir parlaklık sağlar. Kırmızı, mor, yeşil, bordo, pembe, mavi ve siyah renklerin de tercih edildiği kumaş, eskisi kadar olmasa da kimi yörelerde halen giysi olarak kullanılmaktadır.  Şimdilerde kutnu kumaşı, yöresel bir kıyafet olarak kullanıldığı gibi, dekoratif amaçlı, çeşitli aksesuar, turistik giysi, çanta, terlik, perdelik kumaş ve folklor kıyafeti olarak da kullanılmaktadır.

  • Aba Dokumacılığı:

Aba geçmişte deve, öküz ve at tüyünden, keçi kılından ve koyunyününden dokunan özel bir erkek giysisidir. Günümüzde ise maliyetin düşürülmesi amacıyla polyesterden özel bir metotla dokunan, üzerinde çeşitli motiflerin bulunduğu, eskiden fakir kimselerin günümüzde ise halkoyunları ekiplerinde erkeklerin üstlerine giydikleri bir giysidir. Eskiden aba dokumasında kullanılan ipin en büyük özelliği doğal renkli oluşudur. Renkli dokunmak istendiğinde ise, abanın ipleri istenen renkte kök boyayla renklendirilirdi. Günümüzde ise, daha çok bordo renkli polyester ve değişik renklerde simli ipler kullanılmaktadır. Kilim desenlerinin yaygın olarak kullanıldığı görülmektedir. Bugün bu ustalardan sadece bir iki usta günümüze kalmış olup, son yıllarda bu el sanatının unutulmaması için Gaziantep Üniversitesi tarafından kurslar düzenlenmektedir. Abalar dokunduğu ipin ve kumaşın rengine, boyuna ve giyildiği yörenin ismine göre isimlendirilmektedir.

  • Yemenicilik:

Üstü kırmızı ya da siyah deriden, tabanı köseleden dikilen topuksuz ve sağlıklı ve rahat olan bir ayakkabıdır. Yemeni yurdumuzun diğer yörelerinde yazmaya verilen ad olmasına karşılık yöremizde ayağa giyilen bir çeşit ayakkabıya verilen addır. Gaziantep’te yemeniciliğe köşgercilik, yemeni dikenlere köşger, yemeni ustalarına da köşger ustası denilmektedir. Köşger kelimesi Farsça keşger kelimesinden gelmiş olup, ayakkabı yapan anlamına gelmektedir. Yemeni ilk defa Yemen’de Yemen-i Ekber isminde bir kimse tarafından icat edilmiş ve kendi ismini vermiştir. Yemeni esas olarak gön ve yüz olmak üzere iki kısımdan oluşmaktadır. Yemeni, sıhhatli bir ayakkabı olup, teri dışarıya vererek ayak kokusu yapmaz, insan vücudundaki elektriği toprağa vererek vücudu rahatlatır.

  • Antep işi:

Beyaz kumaş üzerine iplik sayılarak ve çekilerek yapılır. Çekilmiş ipliklerin beyaz, sarı, krem rengi ipliklerle sarılması ve örülmesi ile ajurlar tamamlanır. Antep işlerinin hangi yıllarda başladığı kesin olarak bilinmemektedir. Antep yöresinde ev hanımları tarafından yapıldığı için bu şekilde adlandırılmıştır. Bazı söylentilere göre de Gaziantep’te yaşayan azınlıklar tarafından yapılmış ve Avrupa piyasalarına sürülmüştür. Bugün Gaziantep halkı tarafından yaygın olarak yapılan işlemelerin eski Türk işlemeleri karakterini taşıması, bu işlemenin Antep’ in yerli halkı tarafından yapıldığını göstermektedir. Günümüzde işleme tekniği bozulmadan sim, renkli iplikler ve yardımcı nakış iğneleri kullanılarak farklı ve dikkat çekici işlemeler yapılmaktadır.